Футбол, гордост, Yeşilçam: истории от Истанбул от един англичанин
David R. Mellor, “Türkiye’de Bir İngiliz” kitabında ülkedeki günlük deneyimlerini, futbol tutkusunu, kültürel gözlemlerini ve en önemlisi de toplumsal sorunları mizahi ve eleştirel bir dille aktarıyor.
İngiltere, Liverpool doğumlu David R. Mellor; işçi sınıfının yoğunlukta olduğu bölgelerde uzun bi süre sosyal hizmet uzmanı olarak çalıştı, evsiz gençlerle ilgilendi.
Mellor'un ülke gündemini değerlendirdiği yazıları ve hikayaleri de bianet İngilizce'de yayınlanıyor.
Mellor şimdi, eşiyle birlikte Türkiye’de geçirdiği zamanlardan süzülen deneyimlerini “Türkiye’de Bir İngiliz" adlı kitapta bir araya getirdi.
Türkiye’de Bir İngiliz, iki ayrı bölümden oluşuyor: Hikâyeler ve Masallar. 28 kısa hikâyeden ve 7 masaldan oluşan eserde Mellor’un sadece Türkiye’deki deneyimlerine değil, ülkeye dair gözlemlerine de yer veriliyor.
Futbol aşkına!
Kitapta yer alan ilk hikâye “Futbol Aşkına”, Mellor ve bir taksici arasında geçen kısa bir futbol konuşmasını anlatıyor. Mellor için bu konuşma biraz şaşırtıcı, çünkü görüyor ki Türkiye’de aynı takımı tuttuğun bir taksiciyle güçlü bir dayanışma içinde olabilirsin ve futbol, burada neredeyse bir “ölüm kalım meselesi”. Biraz şaşırtıcı, çünkü kendisinin deyimiyle o da , “ya kırmızısındır (Liverpool) ya mavi (Everton)” anlayışıyla büyümüş biri. Yani futbola olan kültürel bağlılık onun için iki ülkede de neredeyse aynı:
“Türkiye’ye taşındığımda burada insanların futbolla yatıp futbolla kalkmadığını gördüm. Hayır, Türkiye’de futbol insanların damarlarında akan kandı.”
Mellor’un hikâyelerinde baskın olan mizahi ton; trende karşılaştığı birini, mahalledeki bir kediyi, minibüste uzattığı parayı ya da tatilde bayılarak yediği peynirli ve ıspanaklı börekleri anlatırken dahi ortaya çıkıyor. Yazarın Türkiye’ye dair ilgisini çeken en ilginç detaylardan biri ise gündüz kuşağında yer alan televizyon programları. Örneğin Mellor, “Uzaktan Kumanda Elimde” hikâyesinde “Yaparsın Aşkım” programında çiftlerin yarışmayı ölesiye ciddiye aldığından ve bu programlara katılan insanların hayatları son derece ilginç olduğu için programların da kendisi için daha ilgi çekici olduğundan bahsediyor.
“İstanbul’da eşcinsel olmak kolay değil”
Gezdiği şehirlerde sadece gördüklerini değil hissettiklerini de aktaran Mellor’un hikâyelerinde bir diğer dikkat çekici unsur ise İstanbul Onur Yürüyüşlerini anlatması. Yürüyüşlerde polisle burun buruna da gelen yazar, İstanbul’da eşcinsel olmanın kolay olmadığını vurguluyor:
“İlk başta rengarenk giysiler içinde şarkılar söyleyen, dans eden insanları seyrettik, biz de onlara katıldık. (…) Sokağın ucunda polisler toplanıyordu. Kız arkadaşımı en yakındaki mağazaya ittim, o sırada polis de yürüyüşe saldırdı.”
“Herkesin hayatı kaosa sürükleniyordu”
Mellor, “Bu Fındıklar Çıldırmış Olmalı” adlı hikâyesinde ise önemli bir toplumsal meseleye dikkat çekiyor. Eşinin ailesinin fındık hasadının kötü geçtiğini öğrenen yazar, bu sorunun eşinin ailesini önemli bir mali soruna sürükleyeceğini fark ediyor.
Hikâyede, fındığın en büyük alıcılarının Nutella gibi yabancı markalar olduğu ise özellikle vurgulanıyor. Mellor, zorlu geçen fındık hasadı nedeniyle herkesin hayatının kaosa dönüştüğünü belirtirken; artan fiyatlardan, insanların faturalarını ödeyemez hale gelmesinden ve sofraların vazgeçilmezi olan ekmek ile domatesin bile artık erişilemez olmasından söz ediyor:
“Yaşlıca bir kadın markette yanımda durdu, raflara baktı, evi yanmış gibi feryat ettikten sonra hiçbir şey almadan çıktı. İnsanlar birbirlerine yardımcı olmaya çalışıyor, politikacılarsa haber programlarında gece yarılarına kadar tartışıp birbirlerini suçluyorlardı.”
“Türkiye halkını ikinci sınıf olarak görüyorlar”
Mellor, “Türkiye, Yunanistan ve Avrupa” adlı hikâyesinde de Yunanistan-Türkiye ilişkilerine, yine kendine has mizahi bir üslupla, değiniyor. Yazar, burada İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrıldığı zaman, İngiltere’deki UKIP isimli sağcı partinin “AB’de kalınması halinde Türkler İngiltere’ye akacak” diye bir broşür dağıtmasını örnek veriyor. İngiltere’nin Türkiyelilere yönelik ırkçı tutumununu ise şöyle anlatıyor:
“Bu broşürlerde Türklerden, mesela anakara Avrupasında yaşayanlardan daha aşağılık bir halkmış gibi bahsediliyordu. Bu tür tellalıklar, mesela Avrupa’nın Osmanlı’dan duyduğu korkuyu canlandırmaya yönelik hareketler.”
Masallarla Türkiye kültürü
Kitabın masallar kısmında ise Mellor’un hayal gücü ve Türkiye’deki deneyimlerinden beslenen karakterler ön plana çıkıyor. Örneğin, “Bir Yeşilçam Klasiği” adlı masalında Mesut karakteri üzerinden, Türkiye’de yaygın olan kahvaltı alışkanlıkları, siyasetçilere yönelik söylemler ve sokakta yaşayan köpeklere atıflarla, Türkiye kültürüne dair gözlemler yer alıyor.
“Son Sömürge Valisi” adlı masalında ise Mellor, “Kurtuluş Savaşı” sonrasında kendini Türkiyeli halka bir general olarak tanıtan ve resmi törenlerde kargaşa çıkarmasıyla tanınan İngiliz Andy Jones’u merkeze alıyor. Masal, genç bir gazetecinin anlatımıyla ilerliyor. İstanbul’u fethetme hayali kuran Jones’un bu isteğini kırmak istemeyen gazeteci, onu İstanbul’un artık Britanya topraklarına katıldığına inandırarak ikna ediyor:
“Kulağıma eğildi. ‘Var mısın, İstanbul’u alalım seninle? Başkenti düşürüp kraliçemiz için bir zafer kazanalım?’. İstanbul’un artık başkent olmadığını ona hatırlatacak cesareti bulamadım kendimde.”
Mellor, masalın sonunda dileğinin gerçekleştiğini düşünen Jones’un mutlu bir şekilde hayata gözlerini yumduğunu belirtiyor:
“O küçük köye yolunuz düşerse, Mareşal Jones Sokağı’nı bir ziyaret edin, artık kendisinin adını taşıyan bir müzeye dönüştürülmüş olan evini görün ve küçük heykeline saygılarınızı sunun. Ben öyle yapacağım.”
“Türkiye’de Bir İngiliz” hikâye ve masalları aracılığıyla, oryantalizmin virajlı tuzaklarına düşmeden, Türkiye’nin kültürel yapısına ve siyasal iklimine dair hem mizahi hem de dikkat çekici bir perspektif sunuyor. (DT/TY/VK)