Somut durum nedir? Ne yapmalıdır?
Türkiye Barolar Birliği (TBB) İnsan Hakları Merkezi tarafından düzenlenen “Yargı Erkine İlişkin Güncel Sorunlar: Yargının Araçsallaştırılması” konulu sempozyum, 20-21 Kasım 2025 tarihlerinde Ankara’da yapıldı.
TBB Başkanı Av. R. Erinç Sağkan sempozyumun açış konuşmasında; “Ülkemizin hukuk düzenini yakından etkileyen bir meseleyi; yargının giderek araçsal beklentilere maruz kalması riskini açık yüreklilikle ele almak üzere toplanmış bulunuyoruz. Yargı erki, herhangi bir anlık tartışmanın değil, devlet düzenimizin omurgasının konusudur. Bu nedenle ortaya çıkan her aşınma, hukukçuları aşarak, toplumun bütününü etkilemektedir” dedi.
Sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıf yaptı.
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesinin ihlal edildiğine dönük kararları, yargının araçsallaştırılması konusundaki en somut teşhistir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir devlete 18. madde ihlali verdiğinde, bir bakıma ‘bir kişinin hukuki sebeplerle değil, siyasi talimatlar uyarınca hedef alındığını’ ve dolayısıyla yargının bağımsız olmadığını da ilan etmiş olmaktadır. Öyle bir saptama, hukuk devleti olduğunu iddia eden bir devlete yöneltilebilecek en ağır uyarılardan biridir” ifadelerini kullanan Sağkan, konunun demokrasi açısından önemini vurguladı.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 18’in ihlali ne demektir?
Devlet, kendisini sınırlandıran sınırları aşmışsa ve yasaklanan eylemlerin faili olursa insan haklarını ihlal etmiş demektir.
Ne yapmamalıdır? Çok basit…
Roma’da 1950 yılında kabul edilen İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’de yazılı hiçbir hüküm, bir devlete, topluluğa veya kişiye, Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşme’de öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı verdiği biçiminde yorumlanamaz (Madde 17).
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, Anayasa’yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz (Anayasa Madde 14/2).
Bu sınırlandırma ve yasaklara uyulmalıdır.
Günümüzde yargı ne yapıyor? Neden 18. maddenin ihlali ortaya çıkıyor?
Kısaca yargı; devletin yükümlülüklerine uymayan kararlarıyla insan haklarının ihlaline neden oluyor ve böylece ulusalüstü sözleşmelere ve Anayasa’ya uymuyor.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamamak ve tanımamak yoluyla herkese “hukuk bitmiştir” dedirtiyor.
Artık yargının araçsallaştırılması varsayım olmaktan öte hukuka, adalete ve yargıya güvenini yitirmiş bir toplumda toplumsal gerçekliğe dönüşmüştür.
Neden olduğunu örnekleriyle dile getirelim…
Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hakkında bugün veya yarın yargının tahliye kararı vermesi bekleniyor. Ama bugünler bitmiyor, yarınlar gelmiyor…
Devlet bir türlü “hak ihlalini” kabul etmiyor. AİHM kararını tanımıyor ve uymuyor.
Sorun sadece özgürlük sorunu değil. Gözüktüğünden daha derin bir sorunun tam ortasındayız.
İnsan hak ve özgürlüklerine getirilen sınırlandırmaları devletin öngörülen amaç dışında kullanması nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerine dair Türkiye aleyhine verilmiş iki ayrı AİHM kararından söz edelim.
Hukukun ve adaletin hafızası var mıdır? Siyasal nedenlerle insanlar tutuklanır mı?
T24 haber sitesinde, 19 Ekim 2025 tarihinde Av. Ramazan Demir; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 14 Ekim 20025 tarihli kararındaki tespitleriyle Türkiye yargısının araçsallaştırılması hakkındaki görüşünü yazdı. Yazının konusu, AİHM’nin Tuğluk/Türkiye, Başvuru No. 71757/17 ve 14 Ekim 2025 tarihli kararı ve sonuçlarıdır.
Av. Ramazan Demir bu kararın niteliğini şöyle açıklıyor: “Aysel Tuğluk adına yaptığımız başvuruda, Ahmet Türk ile birlikte DTK eş başkanlığını yürüttüğü 2011-2014 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan DTK faaliyetlerinden dolayı tutuklanmasını konu alan bu karar, Türkiye’ye karşı siyasetçi olup milletvekili sıfatı olmayan birine karşı verilen ilk 18. madde ihlali kararı olma özelliğine sahip.”
AİHM kararında; “Bu tutuklama, münferit bir olay değil; muhalif siyasetçiler, belediye başkanları ve HDP üyelerine yönelik daha geniş bir baskı örüntüsünün parçasıdır. Bu süreç, çoğulculuğu zedelemiş ve demokratik tartışma alanını daraltmıştır” diyor. Öte yandan, “Tutuklama, görünürde yasal bir gerekçeye dayansa da gerçekte çoğulculuğu bastırma ve siyasi tartışmayı sınırlama amacı taşımaktadır.”
AİHM tespitine göre; “Yargı, bağımsız denetim rolünü yerine getirmek yerine, yürütmenin siyasal hedefleriyle uyumlu bir şekilde hareket etmiştir. Bu nedenle mahkeme, ‘yargı kararlarının münferit değil, sistematik’ olduğunu; yani bir politika parçası haline geldiğini belirtmiştir (par.170).”
Avukat Ramazan Demir’e göre, AİHM kararındaki “Bu ifade, hukukun araçsallaştırıldığı ve ceza yargısının siyasi muhalefeti bastırma aracına dönüştüğü yönünde açık bir tespittir.”
İkinci örnek ise hem tutuklama hakkında hem 18. maddenin ihlal edildiğine dair bir karardır. AİHM’si Selahattin Demirtaş/Türkiye (No.4) 13609/20 ve 8.7.2025 tarihli kararında ayrıca ve özellikle yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının önemine Venedik Komisyonu kararına atıfta bulunmuştur.
Venedik Komisyonu, 10 ve 11 Mart 2017 tarihlerinde, 110. Genel Kurul Toplantısı’nda, parlamenter rejimden başkanlık rejimine geçişi öngören Türkiye Anayasası’nın gözden geçirilmesine ilişkin kanun tasarısına dair görüşünde; güçlü ve “bağımsız yargının” başkanlık rejiminde yasamayla yürütme arasındaki ihtilafların çözülmesi için olmazsa olmaz bir şart olduğu görüşündedir.
Venedik Komisyonu’na göre “Ancak teklif edilen Anayasa değişikliklerinin “Türk yargı gücünü güçlendirmek yerine zayıflatmaktadır”. Venedik Komisyonu; Cumhurbaşkanı tarafından Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) üye atanmasını, Cumhurbaşkanı’yla aynı siyasal görüşte olanların oylarıyla Büyük Millet Meclisi tarafından atanacak şekilde üye seçimlerinin yapılmasının uygun olmayacağı ve HSK’nın hiçbir üyesinin artık hâkimler tarafından seçilmeyecek olmasını yargıyı etkileyeceği kanaatindedir. Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun kontrol altında tutulması, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi üzerindeki etkisini de dolaylı yollardan artıracaktır.
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesi (İfade özgürlüğü) açısından vardığı tespit ışığında Selahattin Demirtaş şikâyetinin, Sözleşme’nin 5. maddesiyle (özgürlük ve güvenlik hakkı) bağlantılı olarak 18. maddesi kapsamında ayrı bir incelemeye konu olabileceğine karar vermiştir.
Kısaca Mahkeme; Madde 18 ile düzenlenmiş olan “(…) hak ve özgürlüklere bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz.” yasağının ihlal edilip edilmediğini incelemiştir.
Kararda üst düzey yöneticilerin Selahattin Demirtaş hakkında 9, 23 ve 24 Aralık 2020 tarihindeki konuşmalarına ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine atıf yapılmıştır.
AİHM, “Yetkililer tarafından alınan tedbirlerin uygunsuz bir şekilde gerekçelendirildiğini ve çoğulculuğu bastırmak ve demokratik toplum kavramının tam kalbinde yer alan siyasi tartışmanın özgürce yapılmasını kısıtlamak gibi gizli bir amaç izlediğini göstermektedir. Mahkeme, başvuranın 20 Eylül 2019 tarihinden sonra özgürlüğünün kısıtlanmasının Sözleşme’nin 5. maddesinde öngörülenler dışındaki amaçlarla uygulandığı sonucuna varmıştır. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 5. maddesi ile bağlantılı olarak 18. maddesi ihlal edilmiştir” sonucuna varmıştır.
Tam bu kararların gölgesinde Türkiye gündeminin işgal eden yargının bile adalete ihtiyacı olduğu güncel sorunlar tartışılırken; “Yargı Erkine İlişkin Güncel Sorunlar: Yargının Araçsallaştırılması” Sempozyumu neden yapıldı?
Somut soru sorulmuştur. Böylece tam zamanında bu Sempozyum’da yanıt aranmıştır.
TBB Başkan Yardımcısı ve İnsan Hakları Merkezi Koordinatörü Av. Ercan Demir kapanış konuşmasında Sempozyumun Sonuç Bildirisi’ni açıkladı ve soruyu yanıtladı…
“Türkiye Barolar Birliği; yaşanan hukuki sorunların başında gelen ‘yargının araçsallaştırılması’ ve ‘yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanması’ başlıklarında, sorunları gözden geçirmenin adımını atmıştır” dedi.
Yargının araçsallaştırmasını konusunun neden seçildiğini ve ne yapmak gerektiğini açıklayan Av. Ercan Demir Sonuç Bildirisi’ni şöyle bitirdi:
“Türkiye Barolar Birliği olarak, yalnızca ülkemize özgü olmadığını bildiğimiz; yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını doğrudan etkileyen, yargıyı sarsan ve adalete güveni zedeleyen ‘yargının araçsallaştırılması’ sorununun, hukuk güvenliğinin ve adaletin temel meselesi olduğunu biliyor ve bu sorunun hukuk ve demokrasi yoluyla çözüleceğine inanıyoruz.
Sonuç olarak, kadim uygarlıkların beşiği olan güzel ülkemizin başkenti Ankara’dan tüm dünyaya, bir katılımcının kullandığı metafor ile sesleniyoruz: ‘Bütün ülkelerin hukukçuları ve hak savunucuları; insanlığın binlerce yıllık mücadelesinin ürünü olan tarihsel kazanımlarının ve hukukun üstünlüğünün korunması için birleşelim!’”
Dayanışma ve mücadele için “birleşelim” çağrısıyla güç kazandığına inandığımız hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları hukuk devletinin yol haritasıdır. Pusulası adalettir.
“Hukuk bitmiştir” cümlesindeki haklılık ve yargının araçsallaştırılması sonun başlangıcıdır.
Neden bir başlangıca gereksinim vardır? Çünkü hukukun ve adaletin hafızası vardır.
Bir devlet yarattığı hak ihlallerini hatırlamalıdır ve kabul etmek zorundadır.
Devlet siyasal sınırlar içinde kalmak ve sınırlarını bilmekle yükümlüdür. Unutmamalıdır!
Devletin siyasal gücünün sınırlandırıldığını bilen bir devlet olmalıdır.
Bu bile yetmez. Gerçek demokrasiye inanan ve uygulayan devlet olmak zorundadır.
Siyasal gücü elinde tutan iktidarı; insan hakları, hukuk, adalet ve demokrasi sınırlar.
Bir devlete, topluluğa veya kişiye; insan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmaları amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı vermediğine göre, yargı araçsallaştırılamaz.
Yargının, aksine yorumda bulunma hakkı yoktur.
(Fİ/VC)

