“Kocaeli Dilovası ilçesi Mimar Sinan Mahallesi’nde, İş Bankası şubesinin yanında, Vahdet Camii bitişiğinde; isim levhası olmayan, parfüm imalatı ve dolumu yapılan işyerinde, mahallemizin kadınları ve çocuklarının da çalıştığı yaklaşık 15 çalışan bulunmaktadır. Bunların çoğu sigortasız çalıştırılmakta, iş güvenliği hiç bulunmamakta; ihtiyacı olan kadınlar kovulma tehdidiyle çalıştırılmakta, yemek parası olarak 70 lira verilerek “yemeği kendiniz yiyin” denilmektedir.
İşçiyi ve kadını sömüren bu doymaz işyeri sahibini yüce devletimize şikâyet ediyorum; gereğinin yapılmasını arz ederim.”
Bir şikayet başvurusu ülkenin halini, sermaye iktidar ilişkisini, işçiye verilen değersizliği özetler mi? Özetliyor. Bu başvuru, Dilovası’ndaki kozmetik fabrikasına dair önceden CİMER’e yapılmış başvurulardan.
“Sermaye sahibi kimlere ne ‘yedirdiyse’… başvuru rafa kaldırılmış belli. Oysa bu memlekette CİMER dilekçeleriyle nice gazeteci, nice akademisyen mahkeme kapılarında buluyor kendisini, konu işçinin canı olunca hoop dosyalar toz oluyor. Anlayacağınız başvuru var, denetim yok uyarı var, önlem yok.
Peki sonrası yani canlar gittikten sonra olan biten ne?
Şu ezber bilindik cümle: “Soruşturmanın selameti için…” Evet, Bakanlık 7 kişiyi açığa aldı, aralarında İŞKUR CİMER’den sorumlu şube müdürü de var. Şimdilik.
AKP’li yıllarda işçi cinayetleri
Elbette, gündem değişince, gözler başka yöne çevrildiğinde, dosyaların nasıl kapandığını Soma’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta defalarca gördük.
AKP’li yıllar, işçinin canının, emeğinin daha da ucuzladığı yıllar. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne (İŞİG) göre AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’den 2023 sonuna kadar en az 32.180 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.
Bu sayıya, can sayısına daha net yazalım, 2024’te en az 1.897 emekçi daha eklendi. Bu işçilerden106’sı kadın. 2025’te ise Ocak–Ekim arasında en az 1.737 işçi eklendi. Yalnızca Ekim’de 12 kadın işçiden söz ediyoruz. 2025’te şimdiye kadar en az 114 kadın işçi hayatını kaybetti.
Yazması kolay (çoğu kez zor aslında) peki yaşaması? Önlenebilir her ölümle birlikte evlerin ışıkları sönüyor, kapitalist sistemde kadınların sadece emekleri değil hayatları da değersiz kalıyor.
Mesela Dilovası’nda. Esma Dikan, Hanım Gülek, Şengül Yılmaz, Nisa Taşdemir (17), Tuğba Taşdemir (18), Cansu Esatoğlu (16). Dört kadın, iki çocuk çalışırken öldü.
Evrensel’den İzel Gözde Meydan’ın haberine göre 15 yaşında o fabrikada çalışmak zorunda kalan çocuk işçi Zeynep şöyle diyor:
“15 yaşında yazın işe giren genç bir kadın, ilk gün “deneme” deniyor, ilk üç gün ücret yok. İş nasıl yapılır öğretilmiyor. Yangın merdiveni yok, tüp yok, tek kapı var; o da giriş-çıkış aynı kapı. Denetim? Kâğıt üzerinde.”
„Aile Yılı“na bakın hele
Kadın işçiler yoksulluğun en belirgin halkası. Başvuruda yazdığı gibi “ihtiyacı olan kadınlar” kovulma tehdidiyle tutuluyor, sigortasız çalıştırılıyor, “yemeği kendiniz yiyin” denilerek 70 liraya mahkûm ediliyor.
Çocuk işçiliği artık tekil olay değil, sistem. Eğitim hakkının yerini “deneme günü” alıyor. İŞİG’in verilerine göre, bu ülkenin çocukları üretim çarkına sürülüp ölüme terk edildi: yalnızca son 12 yılda en az 742 çocuk işçi, iktidarın başladığı yıllardan bugüne ise en az 978 çocuk çalışırken hayatını kaybetti; 2024, en az 71 çocuk ölümüyle son on iki yılın en karanlık yılı olarak kayda geçti.
Bu tablo ortadayken 2025’in resmen “Aile Yılı” ilan edilmesi, “aileyi güçlendirme” başlığı altında yürüyen politikalara hız verirken çocuk işçiliğiyle gerçek ve ölçülebilir mücadele ihtiyacını daha da yakıcı kılıyor.
Sektörel tablo da karanlık
2025 Ekim verilerinde sanayide 58, tarımda 46, inşaatta 44, hizmette 21 ölüm var. “İş kolu” başlıklarına bakınca tarım, inşaat ve taşımacılık öne çıkıyor. Bu, memleketin üretim haritası kadar ölüm haritası.
Şimdi ne olacak?
Denetimler kameralar eşliğinde yapılacak, birkaç kapı mühürlenecek, birkaç imza açığa alınacak. Gündem değişince mühürler sökülecek, imzalar geri dönecek, atölyeler başka bir adrese taşınacak. Biz ise aynı cümleyi yine yazacağız: İş cinayeti önlenebilirdi.
Oysa yapılması gerekenler belli:
CİMER’e düşen her “yardım çığlığı” anında yerinde denetime dönüşmeli ve sonuçları şeffaf biçimde kamuoyuna açıklanmalı.
Ruhsatsız üretime “tolerans” değil, derhal durdurma.
Çocuk işçiliği için sıfır tolerans, okula dönüş programları ve ailelere gelir desteği.
Kadın istihdamı için kayıt dışını bitirecek teftiş takvimi, kreş yükümlülüğü, mobbing ve ücret gasbına ağır yaptırım.
Yangın, patlama, kimyasal riskli işlerde bağımsız iş güvenliği kurulları ve önceden kapatma yetkisi.
Sorumluluk devletindir
Bu yazıyı, o başvurunun ilk satırına dönerek bitirmek istiyorum. “İsmi levhası olmayan” diyor. Levhası yoksa adres de yok adres yoksa sorumlu da yok. O yüzden levhayı yerine koyalım: Sorumluluk devletindir, belediyenindir, patronundur.
Böylesi zamanlarda Gazeteci Yazar Sabahattin Ali’nin hikayelerini, hele hele Marko Paşa’yı hatırlamamak mümkün değil.
Diyor ya:
“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Herhangi bir karar alınırken, İzmir’deki ortak tüccar, İstanbul’daki ortak milyoner değil, bu kararların altında beli bükülen, çoluk çocuk inleyen yığınlar göz önünde tutulsun…”
Eşitlikten yana, özgür, şiddetsiz yeni bir hafta gelsin…
(EMK)
“Kocaeli Dilovası ilçesi Mimar Sinan Mahallesi’nde, İş Bankası şubesinin yanında, Vahdet Camii bitişiğinde; isim levhası olmayan, parfüm imalatı ve dolumu yapılan...

