Close Menu
  • Начало
  • Анализи
  • Икономика
  • Новини
  • Политика
  • Спорт
  • Финанси
  • Още
    • Жени
    • Права и общество
    • Технологии
    • Лайфстайл
    • Общество
Facebook X (Twitter) Instagram
Facebook X (Twitter) Instagram
Haber.bgHaber.bg
  • Начало
  • Анализи
  • Икономика
  • Новини
  • Политика
  • Спорт
  • Финанси
  • Още
    • Жени
    • Права и общество
    • Технологии
    • Лайфстайл
    • Общество
Haber.bgHaber.bg
Начало » Fırat Aydınkaya Расизмът не е нито болест, нито идея; той е практика на овладяване

Fırat Aydınkaya Расизмът не е нито болест, нито идея; той е практика на овладяване

септември 23, 2025 Права и общество
Share
Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email
BG Прочети на български TR Прочети на турски
Турция преминава през исторически период, в който отново се обсъжда възможността за мир. От една страна, на дневен ред са дискусиите за възможен мир между държавата и ПКК, а от друга -...

Türkiye, barış ihtimallerinin yeniden konuşulduğu tarihsel bir dönemden geçiyor. Bir taraftan devlet ile PKK arasındaki olası barış tartışmaları gündemdeyken, diğer taraftan toplumsal hayatın her alanına sinen derin ırkçılık dalgası, toplumsal hayata hızla sirayet ediyor. 
Türkiye’nin farklı kentlerinde Kürt işçilere yönelik linç girişimleri, sosyal medyada dolaşıma sokulan ırkçı içerikler, akademi ve medya gibi alanlarda normalleştirilen ayrımcı dil… Tüm bu gelişmeler, ırkçılığın toplumsal hayatta giderek daha görünür ve etkili bir hale geldiğini gösteriyor.
Bugün karşımızda klasik milliyetçilikle sınırlı olmayan, örtük ve yeniden şekillenmiş bir ırkçılık hâli var. Irkçılık; estetik, mizah ve gündelik dilin içine sızan kodlarla yeniden üretiliyor ve dijital medya aracılığıyla toplumsal olarak paylaşılır hale geliyor. Bu tablo spor sahalarında da, özellikle Amedspor örneğinde, çarpıcı biçimde görünür oluyor. Tüm bu örnekler, ırkçılığın spontane olaylardan ziyade, örgütlü ve yaygın bir toplumsal pratik haline geldiğini gösteriyor.
Tam da barış görüşmelerinin yapıldığı bir iklimde, yükselen yeni ırkçılık dalgası şu yıkıcı soruyu gündeme taşıyor: Silahların susması ve barış umutlarının büyümesi, toplumsal alanda yeniden üretilen ırkçı dil ve pratiklerle nasıl yan yana gelebilir?
Daha önce kaleme aldığı “Kolonyal Irkçılık” ve “Yeni Bir Türkçülükle Karşı Karşıyayız” yazılarıyla dikkat çeken araştırmacı ve yazar Fırat Aydınkaya, ırkçı şiddeti, popülist sağcılığın ırkçılıkla kurduğu ilişkileri, yeni Türkçülüğün hangi toplumsal dinamikler üzerinden alan kazandığını ve özellikle Kürtler açısından nasıl bir tehdit tablosu oluşturduğunu anlatıyor.

“Popülist sağcılık, kendini ırkçılığın bedeninde ifade ediyor”
“Kolonyal Irkçılık” ve “Yeni Bir Türkçülükle Karşı Karşıyız” başlıklı yazılarınızda Türkiye’de ırkçılığı farklı açılardan değerlendirmiş, yeni ırkçılığın formlarına dikkat çekmiştiniz. Bugün hem PKK’nin silah bırakma süreci hem de gündelik hayatta artan ırkçı örnekler göz önüne alındığında, bu iki kavramsal çerçeve güncel gelişmeleri anlamamızda bize nasıl bir perspektif sunuyor?
Evet, doğrudur, Türkiye’deki ırkçılık kendini yeniliyor, yeniden üretiyor. Birincisi: De-kolonyalist süreçlerden biliyoruz ki statünün kaybedilme korkusu, yani eşitlik korkusu ırkçılığı harlıyor. Bakınız: “Ben Türkiyeli değilim, Türküm” kampanyası. İkincisi: Kürtlerin ulusal haklarına uzanma ihtimali ırkçılığı yeniden biliyor. Bakınız: Kürtçe eğitime karşı gösteriler. Ve sonuncusu: Türkiye’deki ırkçılık her zaman kendini şiddetle, şiddet çağrısıyla üretiyor. Bakınız: Kürtlere yönelik tehcir ve soykırım kampanyaları.
Peki neden şimdi? Bunun dört nedeni var. Kürtlerin en azından bir kısım haklarına kavuşma ihtimali belirdi. İkincisi: Ekonomik kriz giderek derinleşiyor. Üçüncüsü: Suriyelilerin kademeli bir şekilde dönüşleri. Şimdiye kadar Suriyeliler paratonerdi; ama artık bu paratoner ortadan kalktı. Ve son sebep de küresel bir dalga ile bağlantılı: Yeni sağ sadece dünya ölçeğinde değil, Türkiye’de de yükselişte. Bu yeni sağın alameti farikalarından biri ırkçılık üzerinden kitleselleşmesi. Şu açık ki, ırkçı reaksiyonlar geniş kitlelere umut veriyor, kitlelerin haksızlığa uğramışlık duygusunu tamir ediyor. Çok özetle sağcılığın yeni halleri popülizm üzerinden kendini hem yeni bir umut hem de bir intikam hissi olarak var kılıyor. Yeni sağ popülizm de en kolayını yapıyor, ırkçılığın haşin bedeninin içinden konuşuyor.
Irkçılık ne bir hastalık ne de bir fikir; kendini büyük ve imtiyazlı görme praksisidir, bir efendilik kipidir, bir ev sahibi hatırlatmasıdır.
“Türkiye’deki ırkçılık kolonyaldır”
Bildiğiniz gibi yakın bir tarihte İlber Ortaylı Kürdistan coğrafyasına farklı bir nüfusun yerleştirilmesi gerektiğini gündeme getirmişti. “Fırat ve Dicle havzasında boşalan köyler Asya’daki kardeş potansiyel nüfusla doldurulmalı,” demişti. Ortaylı’nın söyledikleri, Cumhuriyet tarihindeki demografik mühendislik politikalarıyla nasıl bir süreklilik içinde görülebilir sizce? Ortaylı gibi isimlerin zaman zaman yaptığı bu çıkışlar kaynağını nasıl bir ideolojik repertuardan alıyor?
Türkiye’deki ırkçılık kolonyaldır. Kimse kusura bakmasın ama yıllardır bu realiteye gözümüzü kapadık. Bu nedenle Ortaylı, Afyoncu ve Özdağ gibi isimler konuştuğunda şaşırıyoruz. Kabul edelim ki, Türkiye’deki ırkçılığın ayak bastığı esas zemin Kürtlerin hakları ve Kürdistan’dır. Bundan dolayı sıra Kürtlere geldiğinde her daim emir kipi ile konuşurlar. Dikkat edelim lütfen, Kürtlere dair kurdukları her cümlede muhakkak dil bilgisi ihlali ile konuşurlar. Çünkü Kürtler onların nazarında özne olamaz. Bizden her bahsettiklerinde ya bir nesneden ya zarftan ya da dolaylı tümleçten bahseder gibi konuşurlar. Benzeri bir durumu Sartre da fark etmişti, Amerikan toplumundaki ırkçılığı eleştirirken şöyle diyordu bir keresinde: Siyahlardan her bahsettiklerinde siyahlar onların gözünde ayakkabı, valiz, makine veya asansör olarak canlanıyor. Biz Kürtler için de durum benzer. Bahsettiğiniz Türk aydınları ve siyasetçileri bize her baktıklarında haritayı, iskânı, kadastroyu, hizmetçiliği, kaldırım altını ve nihayetinde tehciri görüyorlar.
İzninizle dikkatinizi tarihe çekmek isterim. Çünkü ırkçılık mükerrer yönü sabit olan bir tekrar endüstrisidir, böyle olduğu için de tarih kurumu en iyi tanıktır. Hatırlayalım:Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle 1870’lerden sonra, çeşitli kriz dönemlerinde demografik mühendislik ve nüfus politikalarını kullanarak, Orta Asya ve Kafkasya’dan gelen göçmenleri Kürt ve Ermeni nüfuslarının yoğun olduğu bölgelere yerleştirdi. Cumhuriyet de bu politikaları sürdürdü. İsmet İnönü raporlarına bakalım, çok ısrarcıydı, “Türklük ekilmeli” diyordu.
Bildiğiniz gibi nüfus, kolonyal politikalar için her daim başat bir konudur. Bu tür politikaların velud mimarlarından Ziya Gökalp “millet bahçe, devlet de bahçıvandır” diyordu bir keresinde. Eğer öyleyse, bahçıvan, bahçeyi sürekli düzenler, yabani otları kökünden söküp atar, yerine yeni bitkiler eker. Yine hatırlatalım: Bahçe, bahçıvanlık, yabani otları söküp atmak, yeni bitkiler ekmek… Bunların hepsi soykırım sözlüğüne/kültürüne tabidir. Ortaylı’nın ırkçılığı, bahçıvanlık davasıdır, yani Ortaylı yeni jenositlere göz kırpıyor.
Diğer taraftan Ortaylı geldiği gelenek itibarıyla devletin bilinçdışıdır. Bunun için nedensiz konuşmaz. Zira unutmayalım ki kolonyal ırkçılık sipariştir, dar günler için tedbirdir, ikinci plandır.
“Yeni ırkçılık: Tekno-Irkçılık”
Son dönemde sadece klasik ırkçı söylemler değil, gündelik dile uyarlanan yeni örtük kelimeler de yaygınlaşmaya başladı. Özellikle çeşitli toplumsal rollere sahip kişiler bu dili öne çıkarıyor. Örneğin bir doktor sosyal medyada bu dili rahatlıkla kullanabiliyor ve hiçbir hukuksal yaptırımla karşılaşmıyor. Sizce bu nefret dili ve cezasızlık konforu, ırkçılığın yaygınlaştırılmasında nasıl bir rol oynuyor?
Haklısınız; fakat mesele tastamam şu: Değişim hemen her zaman ilk olarak kendini dilde belli eder. Kürtlerin inkârı form değiştiriyor, ırkçılık gömlek değiştiriyor, tekno-modernleşiyor. Bu yeni ırkçılığı “Tekno-Irkçılık” olarak adlandırabiliriz sanıyorum. Bu tip ırkçılık, daha çok sanal, kültürel üretim, anonim, fragmanter ve imecedir. Bir tuşla, bir like’la, bir retweet’le kişi bu sürece dahil olabiliyor. Çok basit ve fevkalade akışkan bir katılım bu. 
Anonim bir şirket gibi işliyor ırkçılık. İlk olarak ülkenin önceliklerine göre talepleri topluyorlar, sonra nabza göre halka arz süreci başlıyor ve nihayet basit bir tıkla ortaklaşma sağlanıyor. Nedense aklım Hindistan’ın sömürge tarihine gitti. İngiliz Doğu Hindistan şirketinin, Hindistan’ı kolonyal paranteze aldığı işleyişe benziyor, herkes bulunduğu yerden bu şirkete katılabiliyordu, kâr marjı sınırsız, kaybetme riski sıfıra yakındı.
Öte taraftan bu yeni ırkçılık Kürtleri yeniden tanımlıyor. Biliyorsunuz daha evvel Türkiye’deki cari ırkçılık Kürtleri inkâr ediyordu, şimdilerde ise Kürtlerin meşru haklarını ve kadim tarihini çarpıtmaya yöneliyor. Çünkü artık inkâr etme imkânı kalmadı; bu nedenle Kürtleri insan değil, ‘olası insan’; millet değil, ‘vatansız ve derme çatma’ bir toplulukmuş gibi resmediyorlar. 
Diğer taraftan Fanon, efendinin, yerlilerden bahsederken onları böcek ya da yılan gibi hayvan isimleriyle tasvir ettiğini hatırlatıyordu. Bu minvalde Türkiye’deki ırkçılığın tarihini bilenler, Kürtlerin kuyruklu bir yaratık olarak lanse edildiğini bilir. Yani ağırlıkla biyolojik ırkçılığın temsilleri ile konuşurlardı. Şimdilerde ise yeni ırkçı ifadeler, yani kültürel tabirler kullanılıyor. Eskiden Kürtlerle dalga geçmek için “kuyrukları var” denilip arkalarına bakılırdı; bugün ise benzer şekilde “penisleri uzun” denilip önlerine bakılıyor. 
Bu sebeple şimdiki ırkçı üretimler kokteyl bir görünüm arz ediyor. Kelimelerle oynuyorlar, harflerle subliminal mesajlar veriyorlar. İşlerine geldiğinde biyolojik ırkçılık yapıyorlar, işine geldiklerinde kültürel ırkçılık temsilleri ile konuşuyorlar. Hatta Bengi Başer örneğinde olduğu gibi uzman işi peşinde koşanlar daha steril üretimlerle, ‘hırtlar vadisi’ gibi ifadelerle ‘ırksız ırkçılık’ yapanları bile var. 
“Türkiye’de milliyetçilik ile ırkçılık arasındaki sınır belirsiz”
Tüm bunlarla birlikte, Türkiye’deki yeni ırkçılığın fark yaratan vasıfları var ve biz bu realiteyi çoğu zaman göz ardı ediyoruz. Sözgelimi sosyal teoriden de bildiğimiz üzere ırkçılık, milliyetçiliğin (ancak egemen milliyetçiliğin) zorunlu bir çıktısıdır. Pek tabii ki milliyetçilik farklı, ırkçılık farklı bir tahayyüldür. Temsil, hedef ve anlam dünyaları itibariyle ayrışırlar. Ancak Türkiye’deki ırkçılığın baskın özelliği, milliyetçiliği her an yutuyor olabilmesinde saklı. Hatta tersi görünümlerle, milliyetçilik, ırkçılığın bir çıktısı bile olabiliyor. Şimdilerde olduğu gibi kimi zamanlar neyin ırkçılık, neyin milliyetçilik olduğunu buna dahil olanlar bile bilmeyebiliyor. Bu iç içe geçme hali ırkçılığı hem efektif hale getirip olağanlaştırıyor hem de bir çekim gücü yaratıp bir görev bilincine dönüştürebiliyor.  
Bundan sebep dünyada ırkçı olduğunu bu denli kolayca inkâr edebilen kişi ve gruplar, belki de en fazla bu topraklardan çıkıyor. Zira kahir çoğunluk ırkçı tutum ve refleksleri milliyetçi tutum ve değerler olarak görüyor. En nobranı da dahil olmak üzere herkes “Biz milliyetçiyiz, ırkçı değiliz” deyip duruyor. Diyor çünkü o da biliyor ki, milliyetçilik ile ırkçılık arasındaki mesafe bu ülkede her an ortadan kalkma özelliğine sahip.
İkincisi ise aksi istikamette ırkçı tutumlar kolaylıkla milliyetçilik değerleri ile perdelenebiliyor. Tam da bu sayede ırkçı dinamizm, milliyetçilik aracılığıyla her türlü ideoloji ve yapıya sızabiliyor. Irkçılık tam da milliyetçilik vesilesiyle başka ideolojilere sızma becerisi sayesinde muhafazakâr bir haleye bürünebiliyor; edebiyatçıların, sanatçıların refleksi olabiliyor, liberal bir karşı koymaya bile dönüşebiliyor. Bildiğimiz üzere kimi zaman din ve sosyalizm düşüncesi ırkçılığa karşı bir aşı geliştirme istidadı göstermiştir. İslami evrensellik ve sol enternasyonalizmin böyle bir bağlamı olduğunu biliyoruz. Ancak bu ülkedeki dini yorumlar ve sosyalist tutumlarda dahi kolayca “ırkçı çemkirmelere” rastlamamızın en önemli sebebi, ırkçılığın milliyetçilik sosuyla buralarda da kendine yer bulabilmesiyle alakalı. Diğer bir ifadeyle milliyetçilik ile ırkçılık arasındaki sınır her an belirsiz bir hal alabiliyor.
Muhafazakâr modernliğin köşetaşı figürlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mektuplarına bakalım isterseniz. “Huzur” yazarının bu denli pürüzsüz bir şekilde ırkçılığa abanmasını neye yorabiliriz ki başka! Paris’te yazdığı bir mektubunda söylüyordu: “Burada zenciler moda. Biz bu p.zevenkleri harem ağası yapardık, onlar ise fahri damat yapmışlar.” Türk liberalizminin önemli isimlerinden Atila Yayla’nın makalelerine bakın, Besim Tibuk’un videolarını izleyin, Kürtlere nasıl rahatça mütehakkim ve hakaretamiz bir dil ile yöneldiklerini göreceksiniz. Ve dahi bakınız Cübbeli Ahmet Hoca’nın konuşmalarına, nasıl da beyaz bir kilise temsilcisi gibi konuştuğunu, nasıl da Kürtleri din-dışı bir alana hapsettiğini göreceksiniz. Ve son olarak Türkiye Komünist Partisi’ne bakın, ne kadar da rahat şekilde kolonyal bir tahakkümün içinden konuştuğunu görürsünüz. 
Burada açık bir epistemik ihlal var ve bilinçli bir şekilde ırkçı olanı milliyetçi tahayyüle inisiye ediyorlar. Kısacası ideolojiye dair Marx “bilmiyorlar ama yapıyorlar” derdi. Ama bu meselede durum Marx’ın dediği gibi değil: “Biliyorlar, yine de yapıyorlar.”  
“Devlet en çok kültür ve popüler kültür alanında örgütlü”
Daha önce çeşitli yazılarınızda sosyal medyada üretilen “ırkçı estetik” kavramına değinmiştiniz. Yakın zamanda Samandağ’da Kürt işçilere yönelik ırkçı saldırılar yaşandı. Bu saldırının ardından sosyal medyada saldırıyı normalleştiren, meşrulaştıran hatta saldırganları sahiplenen yazılar ve görseller hızla dolaşıma girdi. Aleni bir şekilde yapılan bu tür saldırıları ve dijital paylaşımları estetik ve politik açıdan nasıl konumlandırabiliriz?
Bahsettiğiniz ırkçı estetik hakikaten de mühim bir mesele. Halide Edib Adıvar, eserlerinde medenileş(tirmek)meden (asrilik) bahseder-di. Yarattığı karakter aracılığıyla “Gramofon ve dansımla Diyarbakır’ı medenileştireceğim” diyordu. Tanpınar, Paris’te “Ben Aryan ırkındanım, zencilerden ve Çinlilerden hoşlanmam” diyordu. Tanpınar’dan önce Namık Kemal de benzer gramerle konuşuyor, aşağılayıcı betimlemeler yapıyordu: “Arap köleye kırmızı esvap giydirmek yahut hadım ağasına Çerkes kızı vermek gibi…” şeyler söylüyordu. Elbette, ırkçı estetik, edebiyatla başlar ama orada bitmez.
Diğer yandan verdiğiniz Hatay örneği son derece anlamlı. Lukacs’ın kulakları çınlasın, her estetiğin temelinde pek tabii ki sınıfsal izler vardır. Nitekim bu tartışmada bizim sözünü ettiğimiz ırkçı estetik, özünde sınıfsaldır; orta sınıfın kin ve nefretini barındırır. Türkiye’deki ırkçı estetiğin, orta sınıfın mahsulü olduğuna şüphe yok. 
Orta sınıf alabildiğine huzursuz, altlarındaki zemin habire kayıyor, mülksüzleşme ihtimalleri her geçen gün artıyor. Bu yüzden hırs, kin ve nefretle hareket etmeleri kaçınılmaz. Zaten faşizm tarihinden biliyoruz ki, orta sınıflar panik ve müteyakkız bir haleye büründüğünde yıkıcı bir ırkçılık onların grameri ve estetiği haline gelir. Mesela pogrom koşullarını yaratmak için bugünlerde şöyle diyorlar: Sahiller Kürtlerin elinde, onlar mafyalaşıp sahillerin zenginliğini tüketiyorlar.

Hatimoğulları: Samandağ’daki provokasyonları boşa çıkarmalıyız
12 Ağustos 2025

“İnternet yeni ırkçılığın fabrikası olarak çalışıyor”
Burada bariz bir sınıf kini söz konusu. Irkçılığı şiddete buluşturan amil her zaman sınıfsal kindir. Diğer yandan ırkçılık bu sınıflar için bir terapi işlevi görür. Basit ve ilk akla gelen cevap peşindeler, somut ve ikna edici bir açıklamaya ihtiyaçları var, teori değil görünür bir fail lazım. Onlara bir çözüm reçetesi değil, bir “günahkâr” lazım.
Sizin de dikkatinizi çekiyordur, şimdilerde ırkçı reaksiyonlar en çok internet aracılığıyla üretiliyor. YouTuber videolarında, sokak röportajlarında, Facebook efektlerinde, Instagram görsellerinde, Twitter (X) paylaşımlarında bu tür içerikler yaygınlaşıyor. İnternet aslında yeni ırkçılığın fabrikası olarak çalışıyor.  Bu sayede tekno-ırkçılık daha kolay kitleselleşiyor. Neden? Yanıt basit: Irkçılık için hakikatin kendisine ihtiyaç yok. Düşünce, araştırma, muhakeme hiç lazım değil. Aperatif, ayak üstü hızlı tüketilebilecek efektler lazım. Bir afiş, bir aforizma, bir görsel, bir kare yetiyor.
“Yeni ırkçılık: Göze hitap edici, eğlendirici”
Ancak tekno-ırkçılıktan önce, ırkçılık fabrikası akademi ve üniversiteydi. Türkiye’deki üniversiteler ulus-devlet bilimini üretiyordu. Dergiler, kürsüler, makaleler ve kitaplar aracılığıyla ırkçılığı yayıyorlardı. Bugün ise ırkçılık alanı değişti; artık Erhan Afyoncu gibi, Bengi Başer gibi akademisyenler sosyal medyada bu işi yürütüyorlar. Irkçılığın akademiden sosyal medyaya kaymasının sonuçları da var pek tabii ki.
Sözgelimi akla değil göze hitap ediyor, parodik, eğlendirici; zahmetsiz ve cezasız. Keyif vermelidir mesela, en azından bir tatmin vermelidir. Bulaşıcıdır mesela, en önemli özelliği hızla bulaşabiliyor olması. Çok önemli olarak bir muhalif aurası verir. Gerçek isim ve canlı bedeniyle hükümete muhalif olup sokakta cop yemektense, sahte bir hesap ve anonim bir kimlikle esip gürlemek daha evladır. Efendilik hazzı verir mesela, yurttaşlık ödevini eda etme duygusunu tatmin eder, bu sayede ev sahibi olmanın tadını çıkarır. Bütün bunların vesilesiyle de apolitikleşmenin gömleğini yırtıp politik alana girebiliyorlar.
Bu estetik pek tabii ki bir orta sınıf organizasyonuna bakar. Çünkü teknolojiyi iyi kullanıyorlar ve kırılgan statülerini internet aracılığıyla tahkim etmek istiyorlar. Takipçileri sayesinde çok popülerleşiyorlar ve YouTube kanalları aracılığıyla sanal koloniler kuruyorlar. 
Tabii, şu da var: Devletin eli hemen her daim orta sınıfların arasında gezer. Hatta belki burjuvaziden bile fazla, orta sınıfların içinde organizedir. Bu sınıflar aracılığıyla toplumun nabzını yokluyor ve arzularını dizayn ediyor. Hiç olmazsa devletin olan bitenden rahatsız bir kanadı tekno-ırkçılık vasıtasıyla orta sınıfları modere ediyor, iktidarın karar verme süreçlerini markaja alıyor. 
“Bizim bildiğimiz devlet artık yok”
Bahse konu ırkçı söylemler sadece sosyal medya ya da bazı kişilerle sınırlı kalmıyor, giderek genelleşiyor ve farklı kamusal zeminlerde hayat buluyor. Diğer taraftan barış umutlarının yükseldiği ve PKK’nin silah bırakma sürecinin gündemde olduğu bir süreçteyiz. Siz bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Barış süreci ile olağan hale gelmiş ırkçılık arasındaki gerilim, toplumsal eşitlik ve birlikte yaşam açısından nasıl sonuçlar doğurur?
Ben bunu bir çelişki olarak görmeyenlerdenim. Kim ne derse desin, ırkçılık Cumhuriyet’in temel taşı olarak döşendi. Beden için kemik neyse, Cumhuriyet için de ırkçı milliyetçilik oydu. Cumhuriyet’in bedenindeki bu ırkçı sabite söküp atılmadan meselenin çözümü pek olacakmış gibi görünmüyor. 
Daha önce de altını çizdiğim üzere bizim bildiğimiz devlet artık yok, 2017’den sonra dönüştü, başka bir devlet oldu. Yeni devlet bir konsorsiyum üzerine, bir fetih bileşkesi üzerine kuruldu. Bu yeni devletin içinde de sürece karşı fraksiyonlar var ve bunlar pek tabii ki kendi konumlarını yeniden hatırlatır şekilde düğmeye basıyorlar. Onlar da biliyorlar ki ırkçılık, Türkiye’de devlete verilen bir topuk selamıdır. Bu sebeple istediklerinde kolayca taraftar bulabiliyorlar.
Ama şunu da unutmamak gerekir: Devlet dediğimiz şey esasen bir kontrol tuşudur. Yeni ırkçılık ise zaman zaman kontrolsüz bir görüntü veriyor, dönem dönem örgütlü faşizmin sinyallerini veriyor ve otonom olmayı arzuluyor. Özellikle bu yeni ırkçılığın, yeni eğitilmiş kuşakların aleni tepkisi olduğunu dikkate almakta fayda var, sekter Kemalizm’in bir türevi olarak politik arzuları var. Kürtler konusunda kolonyal fantezilere sahipler, rijit bir sekülarizme yaslanıp, ekonomi hakkında korporatist hayaller kuruyorlar. Sadece Kürtlere had bildirmiyorlar, devlete de şöyle diyorlar: “Kendine gel, sen bizim devletimizsin, şaşırma sen Türklerin devletisin.” Hükümete karşı duydukları öfkeyi, Kürtlere saldırarak lanse ediyorlar. Velhasıl bir imdat freni olarak ırkçılığa abanıyorlar.
 “Irkçılık, iyileştirici ve sadre şifa görülüyor”
Türkiye’deki mevcut yaygın ırkçılığı, “kolonyal ırkçılık” kodları bağlamında değerlendiriyorsunuz. Bu yüzden, yeni Türkçülüğün meşruiyet kazanmasında önemli bir rol oynadığını ileri sürüyorsunuz. Bu bağlamda hem sokağın hem de medya ve akademinin üstlendiği rol, yeni Türkçülüğün baskı ve tahakküm düzeni kurmasına nasıl zemin hazırlar? Bu durumda özellikle Kürtler açısından hangi tehlikeler ve riskler öne çıkıyor?
Bence artık net olmalıyız, Kürtler olarak yepyeni bir dünyada yaşadığımız apaçık. Yeni sağcı tahayyüller bütün değerleri tahakküm altına almış durumda. Şunu lütfen görelim, bu yeni sağın ruhu popülizmdir. Yeni sağ popülizm, milliyetçilik ve ırkçılığın anlamını ve fonksiyonunu yeniden tanımlıyor. Bu yüzden milliyetçilik fikri ikircikli, tavizkar ve hatta liberal olarak görülüyor; buna karşın ise ırkçı tutumlar radikal, iyileştirici ve sadre şifa görülüyor. Bundan sebep hassaten de biz Kürtler bilmeliyiz ki artık muhatabımız milliyetçilik değil, geniş repertuarıyla ırkçılık.
Bir de unutmamalıyız ki Türkiye’deki ırkçılık sıradan, spontane bir ırkçılık değil; kurumsal bir ırkçılık. Kolonyal bir muhtevanın içinden konuşur ve kolektif şiddetin anlam ve önemini bilen bir tarihsel deneyime sahiptir. Bu tip ırkçılık az veya çok eskiden kapsayıcı olma istidadı gösterirdi. Kürtlerin asimile olması şartıyla kendine dahil etmeyi arzulardı, bu yüzden tehcir opsiyonunu hemen dillendirmiyordu. Bugün ise asimilasyon ihtimalinin işlemediğini gördüklerinden bunu bırakıp nihai çözümün peşine düşüyorlar. Tehcir gibi, yerleşimci mühendislik gibi…
Sonuç olarak Türkiye’deki yeni ırkçılık Kürtlere şunu söylüyor: Ya hizmetçiliğe devam ya da tehcir!

Amedspor’un sahada maruz kaldığı saldırılardan bir kare, Fotoğraf: AA

“Amedspor bir meydan okuma, bir sınır ihlali”
Son olarak önemli konulardan biri olan futbolu konuşmak istiyorum. Siz Türkiye’deki ırkçılığın kolonyal karakterine sıkça vurgu yapıyorsunuz. Bu karakter, Amedspor örneğinde sıkça karşımıza çıkıyor. Çoğu zaman spordan çok ırkçı şiddet izlemek zorunda kalıyoruz. Sizce Amedspor’a yönelik saldırılar, tribün reflekslerinden ziyade, Türkiye’de kolonyal aklın yeniden üretildiği bir alanı mı işaret ediyor?
Futbol her şeyden önce bir keyif estetiği, hükümran milliyetçiliğin kendi üstünlüğünü kanıtlayacağı bir laboratuvar. Ulus devletlilerin, ama sadece ulus devlet kartviziti taşıyanların kimliklerini test ettiği bir hiyerarşi belirleme seansı. Atılan her gol bir ulus kanıtı, kazanılan her maç ulusun görkeminin kesin bir ispatı olarak görülür. Futbol iyi olanın, en iyi olanın ve nihayet efendinin belirlendiği bir eleme sekansıdır. Özünde efendiler arası bir yarışmadır. 
Bu sebeple elinde ulus devlet kartviziti olmayanların bu arenaya girmesi bir ihlal, bir gövde gösterisi olarak görülür. Efendi kendisine münhasır gördüğü bir keyif seremonisinde asla şeriklik kabul etmez. Hele ki futbol gibi geniş yığınların beğeni örgütlemesinin içinde, hizmetçisi gördüğü bir kimlik ile karşı karşıya gelmeyi hiç istemez. Bunu meydan okuma görür.
Sadece Amedspor değil, Nureddin Zaza’nın anılarına baktığımızda dönemin Suriyesi’nde Kürtlerin tuttuğu futbol takımı da Arap ırkçılığının sinir uçlarına dokunuyordu. Bu egemen kültürün kendini üstün görmesiyle de bağlantılı bir ırkçı tepki. İngiliz sömürge idaresi mesela Hint erkeklerini ‘kadınsı’ buldukları için, Hintlilerin Avrupai sporlara ilgisini alaya alıyorlardı.  
Amedspor çok basitçe bir meydan okuma, bir sınır ihlali, bir başkaldırıdır. Bu sebeple Amedspor sahaya çıktığında aslında tek bir takımla maç yapmıyor, duygusal planda rakip takım, milli takımın bütün imtiyazlarına sahip kılındığı için aslında sürekli milli takım ile maç yapıyor gibi bir muameleye tabi tutuluyor. Bunu yapanlar bilerek ya da bilmeyerek Amedspor’a da milli takım payesi veriyor, o da ayrı tabii. Bu sebeple etnik hıncın envai çeşit çemkirmelerine, ırkçılık mitinin bütün sembolik şiddetine, millileştirilmiş bütün duyguların lincine maruz bırakılıyor. 
Premier Lig veya La Liga’da siyah bir oyuncuya atılan muz neyse, Amedspor’a saha içinde yapılanlar da odur. Siyah bir oyuncuya maymun sesi çıkarılarak “Sen buraya ait değilsin, Kongo ormanlarında yaşa” deniyorsa, Amedspor’a beyaz Toros, yeşil veya benzeri sembollerle yapılan saldırılar da aynı mantıkla gerçekleşiyor: “Haddini bil, dağlara aitsin; yoksa kapında beyaz Toros’u bulursun.”
Amedspor, misafir takım statüsünde değil, “hain takım” statüsünde karşılanıyor. Onu yendiklerinde sadece üç puan değil, ulusal bir zafer kazanmış gibi hissediyorlar; yenildiklerinde ise yalnızca puan kaybetmiyor, aynı zamanda aşağılanmış olduklarını düşünüyorlar. Özetle Amedspor’un her maçı milli ile gayri milli olanın karşılaşması olarak görülüyor. Irkçılık da her hafta Amedspor’a karşı oynayan takımın on ikinci oyuncusu olarak stadyumda yerini alıyor. (DD/TY)

Вижте още

Дела на Народното събрание и на провинциалните конгреси, свикани в съда, издал решението на попечителя

Права и общество септември 23, 20251 Min Read

Присъда за лишаване от свобода на журналист за репортаж за центровете за извеждане

Права и общество септември 23, 20253 Mins Read

12 нови книги от издателство İletişim се срещат с читателите

Права и общество септември 23, 20251 Min Read

Подозрителни самоубийства на деца в Урфа в дневния ред на парламента

Права и общество септември 23, 20253 Mins Read

Започва третият конкурс за детски роман на Sadık Uygun

Права и общество септември 22, 20251 Min Read

Пшеницата е отчуждена

Права и общество септември 22, 20252 Mins Read

32-рият международен филмов фестивал „Златен боклук“ в Адана започва днес

Права и общество септември 22, 20252 Mins Read

Филипините задържат 216 души, които протестират срещу корупцията в проектите за контрол на наводненията

Права и общество септември 22, 20251 Min Read

Мистик, Кираз и Алиш се подготвят да се срещнат с деца

Права и общество септември 22, 20251 Min Read

Имамоглу Ще продължим да пишем историята заедно

Права и общество септември 21, 20252 Mins Read
Още новини
Икономика

SOCAR придобива италианския горивен гигант IP

септември 23, 2025
Икономика

Партньорството между NVIDIA и OpenAI повишава перспективите за растеж

септември 23, 2025
Икономика

Кога ще се проведе второто набиране на персонал в Министерството на здравеопазването? Кога ще започнат преференциите за Министерството на здравеопазването на KPSS?

септември 23, 2025
Икономика

Изключителни новини: AK Party подаде наказателна жалба срещу Озгюр Озел!

септември 23, 2025
Икономика

Председателят на TÜSİAD Туран и председателят на YİK Арас се явиха пред съдията

септември 23, 2025
Права и общество

Дела на Народното събрание и на провинциалните конгреси, свикани в съда, издал решението на попечителя

септември 23, 2025
Права и общество

Присъда за лишаване от свобода на журналист за репортаж за центровете за извеждане

септември 23, 2025
Права и общество

12 нови книги от издателство İletişim се срещат с читателите

септември 23, 2025
Новини

Световната банка ще предостави 600 милиона долара на Турция за борба със сушата

септември 23, 2025
Новини

САЩ ограничават пазаруването за ирански служители: „Хора в беда

септември 23, 2025
1 2 3 … 1 469 Next
Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
  • Начало
  • Анализи
  • Икономика
  • Новини
  • Политика
  • Спорт
  • Финанси
  • Още
    • Жени
    • Права и общество
    • Технологии
    • Лайфстайл
    • Общество
© 2025 ThemeSphere. Designed by ThemeSphere.

Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.