Evet, yanlış okumadınız: „Adidas’ta işçilerin çalışırken tuvalete gitmesi yasak.“Bu ve buna benzer çok sayıda hak ihlali içeren hikâyeyi bizzat işçilerden dinledim.
Bu yıl 12’ncisi düzenlenen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) boyunca tekrar tekrar şuna tanık oldum: “Dünya çok farklı ama bir o kadar da aynı.”
Uzak coğrafyalarda çekilmiş filmlerin, birbirine ne kadar benzeyen acılara, mücadelelere ve adaletsizliklere işaret ettiğini bir kez daha görüyordum.
Örneğin, festivalin en çok konuşulan yapımlarından ve benim de favori filmim olan “Yintah”, geleneksel topraklarını doğal gaz boru hattına karşı savunmaya çalışan yerli bir halkın mücadelesini anlatıyor.“Demokrasisiyle ünlü” Kanada’da devletin ve polisin bu yerli halka yaklaşımı o kadar “bizden”di ki, Justin Trudeau’nun geçiştiren açıklamaları, basına ve eylemcilere yapılan muamele karşısında ister istemez şu soruyu soruyorsunuz:“Burası Kanada mı, Cerattepe mi?”İkizköy, Akbelen, Kazdağları gözünüzde canlanıyor.Tek fark belki de, Kanadalı polisin kameralar nedeniyle biraz daha “nazik” görünmeye çalışması. Yine de gazetecilere ve birer “düşman” gibi gördükleri yerli halka kelepçe takılıyor. Yaşlılara müdahale daha az sert ama senaryo aynı: Farklı ülkeler, benzer baskılar.
Benzer bir başka çarpıcı örnek ise “Adidas: Gerçekliğin Sahibi” (Adidas Owns The Reality) adlı kısa belgesel.
İşçilerin, emeğinden uzaklaştırıldığı ve kapitalizmin yarattığı yanılsamalarla bir iş gününü daha idare etmeye çalıştığı sistemi gözler önüne seriyor.
Tıpkı Adidas gibi, pek çok marka dünyanın dört bir yanındaki işçileri sömürüyor. Bazı örgütler bu markalara “İşçine öde!” çağrısı yapıyor ve bağlayıcı bir anlaşma öneriyor.Anlaşmanın detaylarına yazının sonunda döneceğim ama önce filme bakalım.
Keil Orion Troisi ve Igor Vamos’un yönettiği bu belgesel, küresel moda devlerinin ışıltılı vitrinlerinin ardındaki emek sömürüsünü gözler önüne seriyor.Pahalı podyumlarda sergilenen o kıyafetlerin ardında, kaç işçinin insanca yaşam hakkını kaybettiğini tahmin etmeye çalışıyorsunuz.
Adidas işçilerinin anlattıkları boğazınıza düğüm oluyor.Bir kadın şöyle diyor:“Bir gömleğin fiyatından daha az maaş alıyoruz.”Bir diğeri ekliyor:“Tuvalete gitmek yasak. Çiş yapmak yasak.”
Evet, yanlış duymadınız: 2024 yılında, milyar dolarlık cirolar yapan bir markanın atölyelerinde çalışan kadın işçilerin tuvalete gitme hakkı yok.“Adidas dayanıklılığı ve özgürlüğü temsil eder“ derler ya…Kadın işçiler için bu „dayanıklılık“, maalesef mesane kaslarında başlıyor.Bu durumdan kaynaklı ciddi sağlık sorunları yaşayan işçiler var.
Belgesel yalnızca tanıklıklarla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda bir çağrı da içeriyor:“Pay Your Workers – İşçine Öde!”
Ayrıca, aktivist sanat kolektifi The Yes Men’in çarpıcı bir eylemini de gündeme taşıyor.The Yes Men, yıllardır büyük şirketlerin “ahlaki makyajlarını” düşürmekle tanınıyor.Sahte basın toplantıları, sahte kampanyalarla şirketleri teşhir ediyorlar.Bu kez, küresel işçi hakları hareketi “Pay Your Workers” ile birlikte Berlin Moda Haftası’nda sahte bir Adidas defilesi düzenliyorlar.Adidas ürünlerindeki logolar değiştiriliyor, sloganlar yeniden yazılıyor. Gerçekten adil bir moda dünyası mümkün diyerek ortaya çıkıyorlar.İzleyiciler ilk başta ne olduğunu anlamıyor ama sonra alkış kıyamet…
Adidas’ın üç çizgisi işçiler için hapishaneye dönüşmüş.
Basın da, izleyiciler gibi defileyi gerçek sanıyor. “Adidas kendisiyle yüzleşiyor” başlıkları atılıyor, manşetler yayınlanıyor.
Birkaç saatliğine dünya, Adidas’ın vicdan sahibi bir markaya dönüştüğünü sanıyor.Şirket açıklama yapmak zorunda kalıyor ama artık çok geç: Sahte defile, gerçeği tüm çıplaklığıyla ortada.
Belgeselin sonunda ise net bir çağrı var:
“Pay Your Workers – İşçine Öde!”
Pandemiyle birlikte askıya alınan haklar hâlâ geri verilmiş değil.Kadınlar hâlâ tuvalete gidemiyor.Çocuklar hâlâ o sömürü atölyelerinin gölgesinde büyüyor.
Belgeselden sonra “Pay Your Workers” kampanyasının internet sitesine girdim. Karşıma çıkan bazı bilgileri özetlemek istiyorum:
Zaten yoksulluk sınırında yaşayan hazır giyim işçileri, kriz zamanlarında en ağır bedeli ödeyen kesim.
Pandemi döneminde birçok marka, önceden verilmiş siparişlerin ödemesini yapmadı.
Sonuç: Fabrikalar işçilere maaş ya da kıdem tazminatı ödemedi.
2023’teki Türkiye depreminden sonra da benzer şekilde, fabrikalar sipariş ve destekten mahrum bırakıldı.
İklim krizinin etkileri büyüdükçe bu felaketlerin daha da artacağı öngörülüyor.
Kampanyanın temel talepleri şunlar:
Kıdem tazminatı garanti fonu: Fabrika kapanırsa işçiler parasız kalmasın.
Sendika ve toplu pazarlık hakkı: İşçiler örgütlenebilsin, haklarını savunabilsin.
Bu taleplerin yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma ile güvence altına alınması isteniyor.
Çünkü markalar, ancak gerçek yaptırımlar varsa verdikleri sözleri tutuyor.Örneğin, H&M 2013’te 2018’e kadar insana yakışır ücret ödeyeceğini açıklamıştı hâlâ değişen bir şey yok. Fakat Bangladeş’teki güvenlik anlaşmaları gibi bağlayıcı örnekler, işe yarıyor.
Bu arada markalardan beklenen katkı ise büyük değil: Tişört başına sadece 10 cent.Yani yıllık sipariş bedelinin yalnızca %0,5’i.
İşçilerin taleplerine dair kampanyanın örgütlendiği web sitesine buradan ulaşabilirsiniz. İsterseniz imzanızı da ekleyebilirsiniz.
BIFED çok kıymetli bir festival. Kapanış gecesinde (bu akşam) sahneye çıkan herkesin dileklerinden biriydi, “hep devam etsin”.
BIFED yalnızca doğayı, ekolojiyi ya da iklim krizini değil bu sistemlerin insan hayatına dokunduğu en acı noktaları da görünür kılıyor.
Her film bir başka mücadeleyi, bir başka dayanışmayı ve dünyanın dört bir yanındaki ortak direnişleri anlatıyor.
Hep söylüyorum, BIFED sadece belgesel gösteren bir festival değil yaşadığımız gezegenle ve birbirimizle kurduğumuz ilişkiyi yeniden düşünmeye çağıran bir vicdan alanı. BIFED’in tüm emekçilerine ve güler yüzlerini ve kurabiyelerini bizle paylaşan Bozcaada halkına çok teşekkür ederim.
Şiddetsiz yeni bir hafta gelsin, özgür ve eşiklikten yana.
(EMK)