Afganistan’da Taliban’ın 15 Ağustos 2021’de yönetime gelişinin üzerinden dört yıl geçti.Kadınların üniversite ve lise düzeyinde eğitim alması yasaklandı.Kız çocuklarının ortaokul ve lise eğitimi durduruldu, yalnızca ilkokula kadar eğitim görmelerine izin verildi.Kadınların yanlarında erkek refakatçi olmadan 72 km’den fazla seyahat etmeleri yasaklandı.Kadınların erkek refakatçi olmadan sağlık hizmeti alması yasaklandı.Kadınların gözler hariç tüm bedenlerini kapatacak giysiler giymeleri zorunlu kılındı.
Kul hakkı nerede?
Taliban, tam da kendisinden beklendiği gibi, kadınları toplumsal hayattan koparacak kararlara imza attı onları aslında “sosyal ölüme” mahkûm etti. Varlar, nefes alıyorlar fakat yalnızca erkeklerin “izin” verdiği ölçüde. Yaklaşık bir yıl önce de kadınların toplum içinde seslerini çıkarması yasaklandı. Nedeni, kadın sesinin toplum içinde duyulmasının “ahlaksızlık” olarak görülmesi.
Taliban’ın tüm kararlarında kadınların erkeklerden daha aşağı, ikincil ve değersiz bir konumda tutulduğunu görüyoruz.Afganistan bize kilometrelerce uzak ama Taliban’ın zihniyeti ile benzer açıklamaları sıkça duymaya başladık.
Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’deki tüm camilerde okutulan Cuma hutbesinde kadın ve erkeğin mirastan eşit pay almasının “dine aykırı” olduğunu açıkladı. Diyanet’in mesajında, “Kişinin kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır” denildi.
Türk Medeni Kanunu kadının ve erkeğin mirasta eşit haklara sahip olduğunu hükme bağlarken, Diyanet’in açıklaması kadının eşit pay talep etmesini “kul hakkı” olarak niteledi.
İlk bakışta bu açıklama “Aman, dini bir söylem, üstünde durmaya değmez” gibi görünebilir. Oysa hiç de öyle değil. Çünkü bu, Medeni Kanun’un kadınlara verdiği hakların sınırlandırılmasına kapı aralayan, kadınları erkek şiddeti karşısında daha da güçsüz bırakacak bir tutum.
Diyanet’in hutbesine laiklikten Anayasa’ya, Medeni Kanun’dan eşitlik ilkesine kadar pek çok meşru zeminden karşı çıkılabilir. Fakat meseleyi tam da kadınların hayatından bakarak da değerlendirmek gerek. Kul hakkına gireceği iddia edilen kadınların hayatına bakalım…
Örneğin kadınların mirastan mahrum bırakıldığını düşünelim. Böyle bir durumda erkek şiddetinden kaçmak isteyen kadınlar nasıl etkilenecek?
Eşitlik ilkesi
Biliyoruz ki erkek şiddetiyle mücadelede en kritik aşamalardan biri kadınların ayrılmak veya boşanmak istemesi. Kadınlar en çok bu süreçte öldürülüyor. Çoğu zaman da aileler “Kocanı bırakma, evine dön” diyerek kadınları yeniden şiddet ortamına gönderiyor. Eğer anne ve babası ölmüş, mirastan da mahrum bırakılmışsa kadının dönebileceği bir evi, bir bütçesi kalmıyor. Bu da şiddeti besleyen bir zemin yaratıyor.
Nafaka davalarında çok kadından duyarsınız buna benzer tanıklıkları…Lütfen bir „boşanma“ davasına gidin… Bir kadını dinlemiştim mahkemede, nafaka isterken „30 yıl ona çalıştım çocuklarımızı büyüttüm emekli oldu şimdi benden de boşanmak istiyor. benim tek bir gelirim yok, bana kalan bir şey de yok, ben nasıl yaşayacağım?“ diye sormuştu hakime?
Bunun dışında da Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı. Ve aslında şunu gösteriyor: “Kadın ve erkek eşit değildir” diyen siyasi iktidar ve çevresi, kadını açıkça ikinci sınıf yurttaş olarak görüyor. Kadın böyle böyle toplumsal olarak aşağıya çekiliyor.
Bundan sonraki süreçte ne olacak? Mesela kadının tanıklığı geçersiz mi sayılacak ? Bunu da mı talep edecekler? Zaten hemen hemen bütün İslam hukukçularına göre had ve cinayet suçları dışındaki davalarda iki kadının tanıklığı ancak bir erkeğin tanıklığına denk kabul ediliyor.
Ali Erbaş “kul hakkı”ndan söz ederken kendi oturduğu koltuk ve yönettiği kurumun bütçesinin de kul hakkı olduğunu neden düşünmüyor?
Hatırlarsınız az önce söz ettiğim Afganistan’da kadınlara yönelik yasaklar birdenbire gelmedi. Adım adım geldi bu yasaklar. Önce ortaokul ve lise eğitimi durduruldu, sonra üniversiteler kapatıldı. Ardından erkek olmadan seyahat edememe, sağlık hizmeti alamama yasakları birbirini izledi. Bugün Taliban’ın kadınlara biçtiği rol evin duvarlarıyla sınırlı bile değil. Kadınların pencereden bakması bile yasak.
Şöyle, Taliban lideri Hibatullah Akhundzada tarafından verilen bir kararnameyle, yeni binalarda “kadınların bulunduğu ve görülebilecek” alanlara bakan pencerelerin inşa edilmemesi gerektiği belirtildi. Ayrıca mevcut yapılarda bu tür pencerelere sahip olan sahiplerin, görüşü engelleyecek şekilde duvar örmeleri ya da benzeri bir engel koymaları talep edildi. Amaç, kadınların içerdeyken görülmesini engellemek.
Erbaş’ın kadınları eşit yurttaşlar olarak görmek yerine sürekli uyarma ve sınırlama tavrı Türkiye’de de aynı zihniyeti işaret ediyor. Afganistan’da bu zihniyetin adı “Taliban”
Peki, gerçek kul hakkı nerede biliyor musunuz?
Haberlere yansıyan bilgilere göre, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Bilkent’teki tripleks villasının kira bedeli 2025’te 1404 TL’ye yükselirken, emsali olan villaların kira fiyatlarının 110 bin TL’ye ulaştığı belirtilmişti.
2024’te Diyanet’in bütçesi 91 milyar 824 milyon TL. Yalnızca ilk beş ayda 39,3 milyar TL harcadı. Bu miktar, Kültür Bakanlığı’ndan, Dışişleri Bakanlığı’ndan, hatta Sanayi Bakanlığı’ndan fazla.Sadece Mayıs ayında 7,4 milyar TL harcadı. Günlük maliyet: 262 milyon TL. Yani beş ayda yapılan harcama, 2,3 milyon asgari ücretlinin toplam maaşına denk.
Lüks makam araçları, beş yıldızlı otellerde toplantılar bu bütçenin kalemlerinden sadece bazıları.Diyanet’in ABD’de 90 milyon doları aşan mal varlığı var, villa ve otel işletiyor.Mayıs 2024’teki haberlere göre, Dini Yayınlar Döner Sermayesi için ayrılan bütçe, Cumhurbaşkanı kararıyla 2010’dan bu yana 20 milyon TL’den 200 milyon TL’ye çıkarıldı.Peki bu paralar kimin vergileriyle ödeniyor?Müslüman olmayanların, Alevilerin, Hristiyanların tüm gayri müslimlerin diyeyim hatta ateistlerin de. Ama Diyanet’in web sitesine baktığınızda bu kesimlere dair kapsayıcı bir söylem yok. Diyanet sadece İslam dinine hizmet ediyor.
Kadınların eşitliğini yok sayıp onları “kul hakkı” söylemiyle sınırlandırmak kimsenin haddine değil. Asıl kul hakkı, milyonlarca yurttaşın vergisiyle toplanan milyarlarca liranın şatafatla harcanmasıdır. Asıl kul hakkı, toplumun her kesimini dışlayan, yalnızca belirli bir inanç ve anlayışa hizmet eden bu yapının kendisidir.
Afganistan’daki yasaklar adım adım geldi, Türkiye’de söylem olarak dile geliyor sadece şimdilik…İktidarın ne zaman başı sıkışsa gündemi şaşırtmak ve muhafazakar görüşlerini yaymak adına gerici politikalarını kadın düşmanı politikalarını söylemlerle gündeme getiriyor.
Burası Afganistan değil, kimse de kendini Taliban yerine koymasın. Her türlü yasaklamaya, “marjinal” ilan edilmeye rağmen, kimi zaman parça parça da olsa yurdun dört bir yanında erkek-patriyarkaya karşı sokağa çıkan kadınlar, Türkiye kadın hareketi var. Kadınlar buna izin vermez…
Eşit miras haktır. NOKTA.
„Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok Noksanlık, eksiklik senin gönlünde…“
Şiddetsiz, özgür, yeni bir hafta gelsin.
EŞİK: Eşit miras hakkı pazarlık konusu yapılamaz
20 Haziran 2025
İstanbul Barosu: Kadın mirasçılar hak kaybı yaşıyor
23 Haziran 2025
Diyanet hutbesine kadınlardan tepki: Miras hakkımızdan vazgeçmiyoruz
15 Ağustos 2025
Diyanet’in “Miras” hutbesine tepki artıyor: Kadınların eşitlik hakkına açık saldırı
15 Ağustos 2025
Film Önerisi: Tek Başına (North Country, 2005)
Yazının fotoğrafı da bu filmden. Gerçek bir olaydan uyarlanan Tek Başına, 2005’te vizyona giren ve Akademi Ödülü’ne aday gösterilen güçlü bir dram. Film, ABD’de açılan ilk büyük cinsel taciz davasını konu alıyor.
Hikâye, 1984 yılında muhafazakâr bir eyalette geçiyor. Josey Aimes, yıllarca şiddet gördüğü kocasını terk ederek iki çocuğuyla hayata tutunmaya çalışır. Hayali, ayrı bir ev kurmak ve çocuklarına daha iyi bir yaşam sunmaktır. Ancak ailesi onu sürekli eski kocasına dönmeye zorlar. Tüm baskılara rağmen Josey, yüksek maaşlı bir madende iş bulur. Fakat burada da kadın işçiler, erkeklerin küçümseyici tavırları, tacizleri ve ağır mobbingiyle karşılaşır.
Josey ve diğer kadınların yaşadıkları, yalnızca bireysel bir dram değil; aynı zamanda iş dünyasındaki sistematik cinsiyetçiliğin çarpıcı bir yansımasıdır. Josey’in açtığı dava, tüm kadınlar için bir dönüm noktası olur.
Filmin yönetmeni Niki Caro (Whale Rider’dan tanıdık), zor ve cesur bir konuyu ele alırken güçlü oyunculuklarla hikâyeyi daha da sarsıcı hale getiriyor. Charlize Theron ve Frances McDormand’ın performansları öylesine etkileyici ki her ikisi de bu rollerle Oscar ve BAFTA adaylığı kazanmıştı.
(EMK)