3. Amed Film Festivali, beşinci gününde, hem filmler hem sohbetler hem de karşılaşmalarla hikâyesini yazmaya devam ediyor.
Festivalin düzenlendiği Diyarbakır’ın Bağlar ilçesindeki Çand Amed Kongre Merkezi’nde izleyiciler, kimi ilk kez bir festival atmosferine tanıklık etmenin heyecanıyla, kimi ise yıllardır eksikliğini hissettiği bu buluşmayı yeniden yaşamanın sevinciyle koltuklarına yerleşiyor.
Festivalin beşinci gününün ilk etkinliği, Arin İnan Arslan’ın “Kürt Sineması: Dağılmış Coğrafyanın Merkezsiz Kamerası” başlıklı atölyesi oldu.
Atölyenin hemen ardından festival, kendi ritmine döndü ve şimdiye dek Emma Rozanski’nin “El Vaquero”, Orhan İnce’nin “Hêvî” ve Gianluce Rame’in “Dario Fo”sunun da aralarında bulunduğu beş film izleyicilerle buluştu. Gün sonuna dek, iki film daha gösterilecek.
“Sekiz yıldır kentte böyle büyük bir festival yoktu”
Festival komitesinden Sidar Aslan, sekiz yıl aradan sonra düzenlenen festivale sekiz aydır çalıştıklarını ve gördükleri ilgiden çok memnun olduklarını söyledi.
Aslan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Halkın ilgisi çok güzel, her kitleden izleyici var. Yaşlısı da geliyor, genci de. Mesela iki-üç gündür her filme gelen bir teyze var. Bir arkadaşımız da annesinin birkaç filme geldiğini, filmleri çok sevdiğini ve birinde ağladığını anlattı. Annesinin ekranda gördüğü kurmaca bir hikâyeye gerçekmiş gibi tepki vermesi bile değerli. Çünkü birçok kişi için bu filmler ilk kez salonlarda izleniyor. Her yaştan insanın bu heyecanı taşıyor olması çok güzel. Hem de yıllar sonra.
“Sekiz yıldır kentte böyle büyük bir festival yoktu. Bu yüzden bugün buraya sadece kent halkından değil, çevre şehirlerden gelenler de var. Mesela biri beni aradı, havalalanında festivale gelmek için Ankara’dan gelen bir misafirle karşılaşmışlar. Kaç gündür aynı kişiyi görüyorum; tüm seansları takip ediyor, yorum yapıyor. Bu bizi çok mutlu ediyor, heyecanlandırıyor. Şunu izleyeyim, buna yetişeyim, diye bir merak hâli var. İlgi gerçekten çok iyi, bu da bizi çok mutlu ediyor.
“Dinya bi çîrokan tê ba hev”*
10 Aralık 2025
Aslan, salonların tamamen dolmasını, bazen izleyicilerin merdivenlere oturarak filmleri izlemek zorunda kalmasını ve festivalin gördüğü yoğun ilgide Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile işbirliğinin etkisini ise şöyle anlattı:
Belediyenin desteği gerçekten çok önemli. Çünkü sekiz-dokuz yıl boyunca bu şehirde bir sokakta bile film gösterimi yapmak istediğimizde birçok engelle karşılaşıyorduk. Yerel yönetimin desteği, işin en büyük parçalarından biri. Hem fon bulmak hem mekân hem koordinasyon açısından belediyenin yanında olması çok büyük fark yaratıyor.
Öte yandan bizim zaten yıllardır süren bir izleyici kitlemiz var. Düzenli film izleyen, yönetmenleri tartışan, zorlayan bir kitleden bahsediyoruz. Çok canlı bir soru-cevap kültürü oluştu. Demek ki böyle bir ihtiyacın karşılık bulduğu bir dönemmiş.
“Çok dilli bir yaşamın yansımasını görmek önemli”
Aslan, festivalde Kürtçenin öne çıkmasını ise şöyle değerlendirdi:
“Bir insanın kendi diliyle kendini ifade edebilmesi, kültürünü yaşayabilmesi büyük bir şey. Örneğin şu an sizinle konuşurken de kendimi anadilimde ifade edemiyorum ve bu beni biraz yoruyor. İlkokula başladığımda anadilimi konuşuyordum; ama Türkçeyi öğrenmek zorunda kaldım, çünkü sistem öyleydi. O yüzden burada sadece Kürtçe değil, Ermenice, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca; çok dilli bir yaşamın yansımasını görmek önemli. Herkes kendi kültüründe, kendi dilinde sanat üretebilmeli. Festivaller de bunun alanlarından biri olmalı.
“Bu bakış açısıyla yaklaştığımız için festivalde, dünyanın farklı ülkelerinden 120 konuğumuz var. Gelemeyenler, uçak kaçıranlar oldu; ama çoğu yönetmen geldi. Yönetmen gelemese bile müzisyenini, oyuncusunu, yapımcısını gönderdi. Basın da sağ olsun, bizi yalnız bırakmadı. Bu buluşmalar çok değerli; insanlar sohbet ederken tanışıyor, önyargılar kırılıyor, belki birlikte çalışacakları yeni projeler doğuyor. Bir oyuncu bir yönetmenle tanışıp hikâyesini anlatıyor, belki bir başkasının müziğini yapacağı bir proje çıkıyor. Bizim için de çok iyi ve heyecan verici.” (TY)

