Hükümetin, 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununu Teklifi’ni TBMM’ye sunmasıyla bütçe mevsimi başlamış oldu. Her yıl Ekim ayının ortalarında bir sonraki yılın devlet gelir ve giderlerini belirleyen bütçe teklifinin Meclis’e sunulmasıyla başlayan bütçe mevsimi, Aralık ayı ortalarına kadar önce komisyonda sonra da genel kurulda görüşülür, onaylanır ve bütçe mevsimi de bitirilmiş olur. Ekim ortalarından Aralık ortalarına kadar yaklaşık iki ay süren bütçe mevsiminde gazeteler bütçeyi ara sıra gündem yapar, bunu konu edinen birkaç da köşe yazısı yayımlanır. Belki bazı sendikalar basın açıklamaları yapar, üç beş muhalefet milletvekili ateşli konuşmalarla Meclis’e hitap eder ve bütçe yasası genel kurulda onaylandıktan sonra mevsim de sona ermiş olur. Bütçe meselesini ısrarla, hatta inatla vurgulayan birkaç iktisatçı ve gazetecinin gündeme getirmeleri dışında bir sonraki Ekim ayı ortalarına kadar mesele kapanır, unutulur gider.
Oysa Meclis’te sessiz sedasız yasalaşan bütçe kanunu siyasi iktidarın, kimden ne kadar vergi alınacağı ve kaynakların nerelere aktarılacağını belirleyen tercihlerinden oluşur. Başka bir ifadeyle siyasi iktidarın toplum kesimleri arasında geliri nasıl bölüştüreceğine yönelik tercihi, bütçe kanunuyla somutlaşır. Türkiye’de yaşayan -yurttaş olsun olmasın- her bir kişinin yediğine, içtiğine, giydiğine ne kadar vergi vereceği, kirasının ne kadar artacağı, sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerini alıp alamayacağı; dahası ücretlilerin ücreti, emeklilerin aylığı, çiftçilerin ürettiği ürünün bedeli, öğrencinin kredi miktarı, kamuya ne kadar personel alınacağı vs bütçe kanundaki tercihler doğrultusunda belirlenir.
Dolayısıyla gündemde kaldığı yaklaşık iki ay süresinde üzerinde konuşulan, yazılan iktidarın bütçe tercihi ile halkın yılın 365 gününde ne yiyip içeceği, hangi koşullarda barınacağı, kamu hizmetlerine kimlerin ulaşabileceği ya da ulaşamayacağı belirlenmiş olur. Halkın yaşamını doğrudan etkileyen bütçe kanununda somutlaşan siyasi iktidarın tercihlerini belirleyen ise “toplum kesimlerinin iktidar üzerinde ne ölçüde baskı oluşturabildiği”dir. Yani muhalefet partileri, sendikalar, çiftçi ve esnaf örgütleri vb seslerini ne kadar yükseltebiliyor, siyasi iktidar üzerinde ne kadar etkili olabiliyorsa bütçe tercihleri de o kadar adil olacaktır.
Muhalefetin, sendikaların ve toplum kesimlerini temsil eden diğer örgütlerin baskı altında bulunduğu totaliter bir rejimde, bütçenin adaletli bir gelir dağılımı sağlaması da beklenemez. Uluslararası kurumlar tarafından yayımlanan verilere göre Türkiye’nin durumu tam da bunu yansıtmaktadır. Bu bağlamda AB İstatistik Ofisi Eurostat verileri, Türkiye’nin Avrupa ülkeleri içinde gelir dağılımı en bozuk ülke olduğunu gösterirken, OECD verileri ise 38 ülke içinde Kosta Rica ve Meksika’yla birlikte en kötü üç ülke arasında yer aldığını göstermektedir.
Türkiye’nin dünyada ve Avrupa’da gelir dağılımının en adaletsiz olduğu ülkeler içinde yer almasının önde gelen nedeni, AKP/saray iktidarının bütçe gelirlerinin önemli kısmını emekçi, yoksul halk kesimlerinden -tüketimden alınan dolaylı vergiler ve üçte ikisini ücretlilerin ödediği gelir vergisi yoluyla- alırken toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal harcamaların ve kamu hizmetlerine ayrılan payın düşük tutulmasını tercih etmesidir. Bu tercih karşısında işçilerin, emekçilerin, çiftçilerin, küçük üretici ve esnafın iktidara sorması gereken soru şudur: Büyük kısmı yoksul halkın ekmeğinden, suyundan, elektriğinden toplanan vergiler ile yerüstü ve yeraltı kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesinden (bu başlı başına ele alınması gereken bir konudur) oluşan kaynaklar halkın ihtiyaçları için ayrılmıyorsa nerelere harcanmaktadır?
Bu sorunun yanıtı, -önceki yılların bütçelerinde olduğu gibi- 2026 yılı için hazırlanan bütçe kanun teklifinde de üç madde altında toplanabilir: 1) Sermaye kesimine aktarılan teşvikler, düşük faizli krediler vs. 2) Silahlanma ve güvenlik harcamaları, 3) AKP/saray iktidarının -itibardan tasarruf olmaz diyerek yaptığı- “saltanat” giderleridir.
İktidarın bütçe tercihini belirleyen birinci madde aynı zamanda AKP’nin sınıfsal tercihini de ortaya koymaktadır ve bu tercih, 23 yıllık iktidarı boyunca yerli ve yabancı sermayenin çıkarlarına hizmet etmek üzere sadakatle takip ettiği neoliberal uyum programının gereklerini yerine getirmektedir. İkinci madde iktidarın bekâsı için uluslararası alanda ve ulusal düzeyde kurduğu ittifakların da etkisiyle benimsediği savaş konsepti ile buna bağlı olarak uyguladığı güvenlikçi politikaların sonucudur. Üçüncü madde ise demokrasi ve hukukun işlerliği çerçevesinde toplumsal meşruiyet sağlayamayan tüm otoriter rejimlerde rastlanan, “şatafat (saraylar, uçaklar, yüzlerce araçlık koruma konvoyları vs) ile iktidarın kendisini görünür kılma, mekâna ve gündelik yaşama nüfuz ettirme arayışı” (gigantomani) olarak değerlendirilebilir.
Gelir dağılımında dünyada en kötü ülkeleri arasında olmasına, halkın çok geniş kesimlerinin sağlıklı beslenme ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan yoksun kalmasına neden olan bu tercihlerin değişmesi, uygulanan politikaların değiştirilmesine bağlıdır. Bu da ancak otoriter rejime son verecek demokratikleşme ve barış ortamının sağlanmasıyla olur.
Tarihte otoriter bir rejimin kendi kendine son verdiği görülmemiştir. Bunun için toplumun her kesiminin içinde yer aldığı, demokrasi ve barış talebiyle gerçekleştirilecek bir mücadelenin örgütlenmesi gerekir. Ancak böyle bir mücadelenin sonucunda ulaşılacak demokratik bir rejimde bütçe tercihleri toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçları doğrultusunda oluşabilir ve bütçe mevsimi, hazan mevsimi olmaktan çıkarak bahar mevsimine dönüşebilir!
Бюджетният сезон започна с внасянето от правителството на законопроекта за бюджета на централното правителство за 2026 г. във Великото национално събрание на Турция. Всяка година в средата на октомври се приема държавният бюджет за следващата година...

