Gazeteci bir meslek erbabı. Gazetecilik, “doğruyu söyleme mesleği” olarak tanımlamayı sevdiğim bir meslek. Gazete; radyo, televizyon, internet çağında da farklı biçimler alan ve mesleğinin içinde icra edildiği kurum.
Geçen hafta “memleketin ahvali ve medya” üzerine düşündüren iki etkinlik ve bir olay vardı.
Olay; Habertürk ve M. A. Ersoy konusu. Icığını cıcığını duymuşsunuzdur. Beni ne ıcığı ilgilendiriyor ne cıcığı. Bu, birçok boyutuyla memleketin ahvali ile medyanın ahvalinin içiçeliği; birine bakınca diğerini görmek açısından önemli.
Muhafazakârlığın/dindarlığın 23 yıllık AKP’li iktidar hali, vaaz edilen hayatlarla yaşanan hayatlar arasındaki farkı iyice açtı! İktidarın, bir şeyleri herkesin iyiliğine değiştirmek için değil, kendi hayrına başkaları üzerinde kullanılmak için istendiğini gösterdi.
Reşit kadın ve erkeklerin kendi rızalarıyla yaptıkları yalnızca kendilerini ilgilendirir. Bir kurumda güç sahibi olanın, bu gücü/iktidarı kurumun hedeflerine ulaşmak için değil de kendisi için başkaları/kadınlar üzerinde kullanması ise hepimizin reddetmesi gereken bir durum.
Ankara’da Gazeteciler Cemiyeti’ndeki ilk etkinlikte, Zafer Arapkirli’nin Özlem Akarsu Çelik’in sorularıyla gözlerimizin önüne serdiği ahvalimiz, M. A. Ersoy olayından çıkıp kadın meslektaşlarımızın yaşadıkları ve onlara yaşatılanlar konusunda hepimize batırılmış bir çuvaldız oldu.
Ne zaman kendi mesleki tarihimizden söz etsek, bugünümüzün dünümüzü arattığını, hep daha kötüye gittiğimizi anlatıyoruz. Gazetecilik tarihinin farklı dönemlerini karşılaştırıp, sürekli gelenin gideni arattığı yakınmamızı şimdilik bırakıp, kötünün üstesinden gelme yolunu gösteren etkinliğe değineyim.
TKP ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin, üstüne asla yapışmayacak bir “casusluk” yaftasıyla tutuklanan arkadaşımızla dayanışma için düzenlediği imza gününde, Ş. Aydın, T. Soykan, B. Terkoğlu, B. Pehlivan ve eşi S. K. Yanardağ, Merdan Yanardağ’ın kitaplarını imzaladılar.
Yan yana, omuz omuza, el ele durarak, yeri geldiğinde imza imza büyüteceğimiz bir dayanışma… Gazetecilikte ve hayatın her alanında engelleri aşmanın ve kötülüğü yenmenin sırrı bu tek sözcükte gizli: DAYANIŞMA!
Dönemleri birbiriyle kıyaslayıp gazetecilik bugün dünden daha kötü durumda diye yakınmak anlamlı değil. Her dönemin kendine özgü sahiplik yapıları, mecraları, teknolojisi, hızı var. Ve o özgünlüklerden gelen fırsatları, tehditleri…
Şimdi yine başlığa döneyim: Gazeteci, gazetecilik, gazete. Bu üçü arasındaki mesafe açıldığı andan itibaren, bu üçünün bir ve aynı oluşunun sona erdiği günden beri gazetecilik kendi zamanlarına özgü sorunlarla boğuşuyor.
Kovboy filmlerinin her şeyin kısacık tozlu bir yolun iki kenarına dizildiği küçük kasabalarını hatırlarsınız. Bir tarafta paranın ve her türlü iktidar ilişkisinin mekânı SALOON, biraz ileride o ilişkilerin ve düzenin bekçisi SHERIFF, karşıda da kızıyla birlikte her ikisini de sorgulayan gazeteyi çıkaran gazeteci. Gazetenin sahibi de yazan da basan da o.
Gazeteciliğin iktidarın araçsallaştıramadığı, doğruyu söyleyen ve 4. kuvvet hali bu!
Tabii artık o kovboy kasabasında değiliz. SALOON artık küresel ve içinde ulusötesi dev şirketler var. Teknoloji multi-milyarderleri yeni medya patronları. Gazeteci de gazetecilik de içinde çalışılan kurum olarak medya da bambaşka.
Bütün bu bambaşkalıklar içinde gazeteci-gazetecilik-gazete üçlüsünün (meslek, meslek erbabı ve kurum) birliğini sağlayamadıkça, SALOON’dakilerin hizmetinde olmamak zor. Bunun yolunu bulanlar; misal televizyonu, televizyonculuğu ve kendisi özdeşleşerek “bir” olmuş M. Yanardağ veya bir başka yoldan bunları birleştiren F. Altaylı, E. Aysever SHERIFF’in gazabına uğruyorlar.
Kısacası; gazeteci-gazetecilik-gazete üzerinde, doğruyu söyleme kaygısı dışında bir gölgenin olmadığı bağımsız kanallarınız yoksa daha kötüsü hep olacak!

