Gazeteci Mümtazer Türköne, Abdullah Öcalan’ın gerçekçi bir yol haritası çizdiğini belirterek, ‘İktidarın, sürecin sorumluluğunu alıp yürütmesi gerekiyor’ dedi
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile başlayan süreç Meclis’te kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun çalışmalarıyla devam ediyor. Suriye’de ise Ahmet el-Şara yönetimindeki Suriye Geçici Hükümeti’nin, Paris’te Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Ebdî ile yapılacak görüşmelerden çekilmesi ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şam’a yaptığı ziyaretler ve Suriye’de olası bir çatışma, ülkede yürütülen süreci olumsuz etkiyeceği endişelerini beraberinde taşıyor.
Gazeteci Mümtazer Türköne, Meclis’teki komisyonun rolü, sürecin seyri ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin sürece olası etkilerine dair değerlendirmelerde bulundu. Sürecin başarısının yüzde 90’ının uygun bir psikolojik ortam oluşturmaktan geçtiğini belirten Mümtazer Türköne, barışın toplumsallaşması için empati duygularının seferber edileceği bir ortama ihtiyaç olduğunu söyledi.
‘Komisyon havayı olumlu bir zemine kaydırırsa görevini yapmış olacak’
Mümtazer Türköne, “Komisyon oluşum itibariyle Meclis iç tüzüğüne uygun değildir. Böyle bir komisyonu oluşturacak bir kural yok. O yüzden sıra dışı bir komisyondur. Sıra dışı olmasının sebebi de uygun ortamı yaratma niyetidir. Bu niyette hem çok ciddi hem de çok samimiler. Komisyonda temsil edilen siyasi partiler, bu sürece toplumu dahil etmek, ikna etmek veya olumlu tepki zeminini hazırlama göreviyle karşı karşıya. O yüzden sürecin teknik ayrıntılarını, özellikle yasal, anayasal düzenlemeleri komisyonun asli görevi gibi görmek bizi yanıltabilir. Şüphesiz bunlara dair şeyler de söylenir. Örneğin af kanunu, infaz kanunu gibi şeyler söyleniyor. Fakat şunu gözden uzak tutmamak lazım; bu komisyon böyle bir süreci uygun bir psikolojik ortamda yürütmekle görevlidir. Türkiye’deki havayı olumlu bir zemine kaydırdığı takdirde görevini yapmış olacak” diye belirtti.
‘AKP hala süreci tam olarak sahiplenmiş değil’
Türkiye’de yeni bir siyasi kutuplaşmanın ortaya çıktığının altını çizen Mümtazer Türköne, “DEM Parti ile MHP’nin hedefi ve istikameti aynı. MHP bu süreci bir lokomotif gibi sürüklüyor, DEM Parti de arkadan itiyor. Dışarıda olan CHP vardı. CHP de komisyona dahil olarak DEM Parti ile MHP’nin olduğu kanatta yer aldı. AKP hala süreci tam olarak sahiplenmiş değil. Bunu da üstü kapalı bir şekilde ifade ediyor. Sahiplenme kelimesi bile iktidar sorumluluğunu taşıyan bir güç için biraz düşük bir düzeydir. Dolayısıyla iktidarın süreci sahiplenmek yerine yönetmesi lazım. Bu sürecin sorumluluğunu alıp yürütmesi gerekiyor. Bir endişe hali var. Bu endişe hali bütün siyasi partilerde var. Sürece yönelik toplumda bir tepki var. Özellikle AKP kanadında kamuoyu araştırma raporlarından gelen sonuçlar etkili görünüyor. Bu tepkiyi dengelemek, biraz mesafeli durarak hem içinde hem dışında yer almaya çalışmak gibi çelişkili bir tutum sergiliyorlar” ifadelerini kullandı.
‘Eşit vatandaşlık vurgusu iki taraf içinde tekrarlanan bir husustur’
Mümtazer Türköne, CHP ile DEM Parti arasında bir “uyumun” olduğunu belirterek, “Komisyonun ilk toplantısında DEM Parti’den Meral Hanım’ın yaptığı konuşma ile CHP temsilcilerinin yaptığı konuşmalar neredeyse birebir aynıydı. İki taraf da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına uyulmasını, siyasi nitelikli yargı müdahalelerinin bir an önce sona erdirilmesini talep ettiler. Eşit vatandaşlık vurgusu iki taraf içinde tekrarlanan bir husustur. Herhangi bir organik bağ olmamasına rağmen CHP ile DEM Parti arasındaki bu söylem senkronizasyonu çok dikkat çekicidir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir orkestra şefi gibi uyum yakalamaya çalışıyor ve terazi ne tarafa ağır basarsa dengelemek için öbür tarafa ağırlığını koyuyor. Nitekim belediye soruşturmalarıyla ilgili ‘bir an önce sonlandırılsın’ vurgusu bunun içinde bir denge ve katalizör rolü oynuyor. Bu önemli bir roldür çünkü bir tıkanma olduğu takdirde devreye gireceğini de göstermiş oluyor. Kısacası şu ana kadar sürecin komisyon faslında bir aksama yok. Tam tersine komisyon gayet başarılı gidiyor. Toplumdan gelen tepkilere rağmen girdiği yolda yoluna devam edecek. Ve o psikolojik ortamı hazırlamak, ona katkıda bulunmak görevini yerine getirmiş olacak” diye konuştu.
‘Şam hükümetinden yana tavır alırsa süreç diye bir şey kalmaz’
Suriye’de yaşanan gelişmelerin Türkiye’deki süreç açısından endişe verici olduğunu belirten Mümtazer Türköne, şu ifadeleri kullandı:
“SDG ile Şam yönetimi arasında savaş çıkarsa ve Türkiye Şam hükümetinden yana tavır alırsa süreç diye bir şey kalmaz. Türkiye’deki sürecin ilk yola çıkış sebebi de Suriye’deki gelişmelerdi. Sürecin bundan sonra da dengeli bir şekilde yoluna devam etmesini garanti edecek olan Suriye’deki gelişmelerdir. Çok ciddi riskler, çatışmalar var. Fakat Suriye’deki durumla alakalı umutsuz değilim. Suriye’nin çok parçalı bir yapısı var. Batılı anlamda bir demokrasinin veya asgari şartlarda demokratik bir yönetimin Suriye’de oluşması imkansızdır. Çünkü aşiret ve mezhep yapıları çok güçlü. Aşiret ve mezhep yapılarının çok güçlü olduğu toplumlarda demokratik temsil mekanizması işletilemez. Çünkü aşiretler kendi mensuplarını temsil eder. Mesela Dürziler’de olduğu gibi. Dürzi dini liderler kendi halkını temsil ederler. Bu Afganistan’daki Loya Jirga gibi doğrudan doğruya aşiret yapılarına dayanan bir temsil ortaya çıkartır. Bunun yanında Suriye’de bireyselleşmiş, kendini herhangi bir aşiret veya mezhebin mensubu değil de birey olarak gören, o yüzden örgütlenebilen ve o örgüt içinde kendisini temsil eden kesimler de var. Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin meskûn olduğu bölgede Dürzilere, güneydeki Arap aşiretlerine göre bu bireyselleşme biraz daha fazladır. Fakat Suriye’de anladığımız manada demokratik kurum ve mekanizmalarla işleyen bir yönetimin ortaya çıkartılması çok zor.”
‘İki tarafın da hata yapmayacağını düşünüyorum’
Mümtazer Türköne, Suriye’de olası bir çatışmanın hem Türkiye’ye hem de SDG’ye çok şey kaybettireceğine vurgu yaparak, “Türkiye, Kuzey ve Doğu Suriye bölgesindeki Arap aşiretleriyle uzlaşarak, KDP ile anlaşarak, ağırlığını koyacak. Böylelikle çok ince ayrıntılarda hassasiyetlere dikkat eden bir denge hali ortaya çıkacak. Bu konuda çatışmanın ve savaşmanın kimseye faydası yoktur. Herkes çok şey kaybeder. Şam hükümetinin zaten SDG karşısında ileri harekata sevk edecek kadar askeri gücü yok. Nitekim çok ciddi manada dışarıdan gelen desteğe muhtaç vaziyetteler. SDG’nin de kendine göre sıkıştığı coğrafyada handikapları ve sınırlılıkları var. Ben iki tarafın da çok dikkatli davranacağını, Türkiye’nin uzun yıllardır oradaki gelişmeleri takip eden bir ülke olarak ayrıntılara hâkim olduğunu, o yüzden hata yapmayacağını, iki tarafı uzlaştırmaya, ortak paydalarda buluşturmaya çalışırken 10 Mart mutabakatını referans alarak hata yapmayacağını düşünüyorum” dedi.
‘Öcalan, Demokratik Toplum vurgusu ile özetliyor’
Kürt sorunun temel çözümünün eşit vatandaşlıktan geçtiğini söyleyen Mümtazer Türköne, şöyle devam etti:
“DEM Parti ve CHP bunu ifade ediyor. Türkiye 100 yıllık tecrübesini geride bıraktı. Türkiye’de bundan sonra yoluna Kürtlerin kendi rızalarıyla onurlu ve eşit vatandaşlar olarak yer alacakları, devletin mensubu hissedecekleri bir düzenin tesisi gerekiyor. Abdullah Öcalan’ın çizdiği sınırlar var. Sanıyorum o da yapıcı bir şekilde bu sürecin başarıya ulaşması için ütopik görüşlere kapalı, gerçekçi bir yol haritası çiziyor. Öcalan bunu Demokratik Toplum vurgusu ile özetliyor. Bağımsız devlet, federalizm gibi tartışmaları dışarıda tutuyor. Bunlar gerçekçi yaklaşımlardır. Bu gerçekçi yaklaşımların Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği devlet kanadından karşılıkları var. İran’da 30 milyon Türk yaşıyor. Ama bizim oradaki Türklerle hiçbir ortak paydamız, ortak çıkarlarımız yok ve onlarla ortak bir gelecek kuramayız. Ama bizim sadece Türkiye’de yaşayan Kürtlerle değil; Kuzey Irak ve Kuzeydoğu Suriye’de yaşayan Kürtlerle paylaşabileceğimiz bir gelecek var. Bu son derece gerçekçidir. Bu coğrafyanın zorladığı bir kaderdir. Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kadar geçen 100 yıllık tecrübe sona erdi ve yeni bir başlangıç yapılıyor. Türkiye’de bu coğrafyanın bir mecburiyeti olarak Türklerin Kürtlerle bir gelecek tasavvur etmekten başka çareleri yok. Bu sürece barış deniliyor. Bence barış kelimesi çok hafif kaçıyor. Burada barışın ötesinde bir şeyler var. Ben bu süreci bu gözle değerlendiriyorum. Bu bir kader ortaklığıdır.”
Haber: Melik Çelik MA