Eşitlik dediğimiz sadece takvimde ve saatlerde sanki. Dün gece saatler 00:00’ı gösterdiğinde herkes aynı saniyeyi yaşadı ancak herkes aynı yıla uyanmadı. Kimileri için 2026, yeni yatırımlar ve yeni zenginlik hedefleri demekti; kimileri içinse “pazardan akşam vakti ucuza ne alabilirim?” sorusuna yanıt aranan 365 yeni gün…
2026’ya girerken Türkiye’nin manzarası, geçmiş yılların nostaljisinden çok, derinleşen bir sınıfsal uçurumu ve çözüm bekleyen devasa bir toplumsal özlemi fısıldıyor
Ekonomik veriler enflasyonun düştüğünü söylese de sokağın enflasyonu tencerede kaynamaya devam ediyor.
Ekonomi ve yoksulluk sadece rakamların değil, aynı zamanda siyasi tercihlerin bir sonucudur. 2026 yılına girerken Türkiye, sadece bir takvim değişikliğini değil, aynı zamanda derin bir “yönetim yorgunluğu” taşıyor.
Vaatlerin raf ömrü siyaset kurumu için yılbaşı, yeni bir vaat sezonunun açılışı demektir. Ancak 2026’nın siyasi atmosferinde, artık “müjde” paketlerinin sokaktaki karşılığı giderek azalıyor.
Yılbaşı gecesi patlayan havai fişekler, bir sonraki sabah gelecek olan zamları örtmeye yetmiyor.
***
Yıllardır süregelen siyasi kutuplaşma, artık kültürel bir ayrışmadan ziyade ekonomik bir kimlik kavgasına dönüşmüş durumda. Siyasetin dili sertleştikçe, halkın gündemi ile meclisin gündemi arasındaki makas açılıyor.
Sokak; geçim derdini, kiraları ve okul masraflarını konuşurken siyaset her zamanki mecrasında koltuk hesaplarını önceliyor.
Birçok siyaset bilimci için 2026, sıradan bir yıl değil; muhtemel bir erken seçim tartışmasının veya köklü bir ekonomik dönüşümün (ya da çöküşün) eşiği olarak görülüyor. Muhalefetin “yoksulluk yönetilemez, ancak çözülür” söylemi ile iktidarın “istikrar ve sabır” telkini, yeni yılın ilk sabahından itibaren sandık kokulu bir rekabete evrilecek gibi görünüyor.
Yoksulluğun bu kadar estetize edildiği bir dönemde, siyasetin en büyük sınavı; halka ‘sabır’ dilemek değil, halkın sofrasındaki eksilen ekmeğin hesabını verebilmektir.
***
2026’ya girerken Türkiye’nin sadece cüzdanı değil, ruhu da yorgun. Yıllardır süregelen gerilim hatları, kutuplaşmış siyasi diller ve çözüm bekleyen kadim meseleler, yeni yılın ajandasına “barış” kelimesini en tepeden yazdırıyor. Ancak bu kez beklenen barış, sadece silahların susması değil; adaletin, hukukun ve toplumsal kucaklaşmanın yeniden tesisiyle ilgili.
Tarih bize göstermiştir ki; toplumsal huzur ile ekonomik refah birbirinden ayrılamaz. Siyaset kulislerinde konuşulan yeni bir “çözüm” veya “barış süreci” ihtimali, sadece bir güvenlik meselesi değildir. Bu, aynı zamanda savunma sanayiine ayrılan devasa bütçelerin eğitime, sağlığa ve sosyal refaha aktarılabilme potansiyelidir.
Demokratikleşme: yoksulluğun panzehiri sadece para değil, hukuk devletinin tesisisidir.
2026, farklı kesimlerin ortak bir “geçim ve barış” paydasında buluşup buluşamayacağını gösterecek.
Siyasetin bu yeni yılda halka verebileceği en büyük hediye, kavgayı değil, müzakereyi merkeze alan bir dildir. Sokaktaki vatandaşın sofrasındaki ekmeği koruyabilmesi için, önce ülkenin üzerindeki gerginlik bulutlarının dağılması, iç barışın bir “seçim stratejisi” değil, bir “devlet aklı” haline gelmesi gerekiyor.
***
2026 kapımızı çalarken, Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya derinleşen yoksulluk ve sertleşen siyasetin yarattığı o karanlık dehlize daha fazla gireceğiz ya da barışın, adaletin ve paylaşımın ışığında yeni bir toplumsal sözleşme oluşturarak barışın getireceği nimetlerden hep birlikte faydalanacağız.
Yeni yıl reel yaşamdaki ve ruhlardaki kirlerin temizlendiği, geçen yılın olumsuzluklarının, yanlışlarının, tekrarlanmadığı baskının, yoksulluğun, düşmanlıkların son bulduğu adına yakışır yeni bir yıl olsun istiyor insan…
Tüm olumsuzluklara, acılara rağmen insan umutsuz olmaz. Tüm dünya vazgeç dediğinde bile umut kulaklara fısıldarmış: ‘Bir kez daha dene’…Deneyelim.
Eşitlik dediğimiz sadece takvimde ve saatlerde sanki. Dün gece saatler 00:00’ı gösterdiğinde herkes aynı saniyeyi yaşadı ancak herkes aynı yıla uyanmadı. Kimileri için...

