Günümüzde otoriter rejimler demokratik hayatın kurumlarını ve kültürünü geleneksel yöntemlerle bastırmayı değil, yumuşak güç stratejileri ile kontrol etmeyi ve ehlileştirmeyi tercih etmektedirler.
Geleneksel otoriter rejimlerde sivil toplumu baskılamak tercih edilirken, günümüz otoriter rejimlerinde ise sivil toplumu ve STK’ları ele geçirmek ya da hükümetin kontrolünde ‘sözüm ona’ STK’lar yaratmak tercih edilmeye başlanmıştır. Bu artık belirginleşen bir siyasi stratejidir.
Yakın tarihli çalışmalarda, kurumları dikkate almayan bu yaklaşımdan uzaklaşılmış ve ‘yeni’ yaklaşımlar öne çıkmıştır. Bu yaklaşımlardaki ‘yeni’yi yapan ise, otoriter rejimlerin sadece baskı aygıtlarını ele alan klasik literatürün aksine, bu çalışmaların yapılabileceği sözde demokratik kurumlara yönelmeleri-içerden veya dışardan yönetebilmeleridir.
Otoriter rejimlerdeki-artık ne kadar demokratikse-demokratik kurumların, sadece meşruiyet arayışı için inşa edilmediklerini, rejimin istikrarını korumak amacıyla organize edildikleri ve de demokrasiyi pekiştirmekten ziyade onun gelişimini engellemek için müdahale edildikleri aşikardır.
İşte bu yapı içindeki iktidarlar sürekli bir direnişle karşı karşıyadırlar. Bunu bir tehdit görmeleri karşısında ise benimseyebilecekleri iki yöntem bulunmaktadır, ya zorla tehditti bertaraf edecekler, ya da muhaliflere-onlara sınırlı bir fayda sağlayarak veya yetki devrederek sadakatlerini kazanacaklardır. Diğer bir ifadeyle devşireceklerdir.
***
Muhalifleri devşirmek, zor kullanma ile karşılaştırıldığında otoriter rejimin devamlılığı için daha güvenli bir yöntemdir ve bu nedenle de sıklıkla tercih edilmektedir. Devşirmenin pratik yöntemi ise kurumlar inşa etmektir.
Sporun içindeki tüm paydaşlar da buna göre organize edilmektedir.
Bizde de dizayn edilmeye çalışılan siyaset mekanizmasının tutum ve etkileri sosyopolitik ve sosyoekonomik olarak hiyerarşik otoriter bir kurguyu kurma içeriğine sahiptir.
Haliyle spora bakış açısı da aynı paralelliktedir.
Öncelikli olarak federasyonlar üzerinden yapılan bu tasarruflar, önceden zikredilen isimler üzerinden başkan ve yönetim kurulu seçimi ile başlayıp, tüm alt kurullara kadar devam etmektedir. Aksi duruma izin verilmesi mümkün değildir.
Kulüplere gelindiğinde ise, Anadolu’da özellikle devletten ihale alıp iş yapan ve siyasi sadakati belli olan memleketli iş insanlarının kulüplere başkan olması istenmektedir. Bu noktadaki feodal ilişkiler işi kolaylaştırmaktadır. Bu bir siyasi tercihtir.
Ama İstanbul takımları bu süreçte daha farklı içeriklere sahiptir.
***
Her üç takım 100 yılın üstünde bir tarihsel derinliğe ve cemiyet olma özelliğine sahiptirler. İçlerindeki genel kurul yapısı ne kadar kırılgan olsa da bir demokratik kurgu üzerinde işlemektedir.
Galatasaray bir bürokrasi takımıdır. Her zaman devletin-hükümetlerin iç kademeleri ile ilişkisini iyi tutmuştur. Kurumlar içindeki lobi kurgusu en kuvvetli takımdır. Ve kazan-kazan üzerine bir ilişki yürütür. Bu sayede siyasetin gücünü konsolide edeceği fırsatlar yaratmaktan çekinmez.
Beşiktaş ise halkçı kimliği üzerindeki tüm kazanımlarını kaybetmekle birlikte, son 23 yıldır aynı tip başkan ve yönetim kurulları ile artık işe ticari bir kimlik kazandırmaları nedeniyle ve içine düşürülen borç batağı yüzünden iradesini kullanmakta zorlanmaktadır. Düşürüldüğü borç batağında öz varlıkları dahi tehlikeye girmektedir.
Galatasaray’ın kurduğu ilişkilerin bağlayıcılığı, Beşiktaş’ın içinde bulunduğu borç batağı ve de vergi borçlarının bekletilmesi nedeniyle; siyasi icazet kurumuna olan bağlılık zorunluluğu, ister istemez siyasete açık bir alan bırakmaktadır. Siyaset bunu affetmez.
Fenerbahçe ise, vergi borçlarına rağmen bu sürecin dışında kalmaya özen göstermektedir. Aziz Yıldırım dönemindeki hükümetle olan ilişkilerin karşısında, o dönemde siyasi ortak olan Cemaat’in duruşu, sonunda bir operasyona kadar gidilmesine neden olmuştur. Verilen mücadele sonunda, Başkan ve yöneticilerden bazıları tutuklanmış, Şampiyonlar Ligine katılamayarak ve de diğer etkiler nedeniyle 45 milyon avro zarara uğramıştır. Maddi-manevi bedeller ortadayken zararı Fenerbahçe tek başına çekmiştir.
***
Fenerbahçe kendi iç bünyesindeki demokratik kurgu sayesinde tıpkı Aziz Yıldırım’ı indirip Ali Koç’u seçtiği gibi, Ali Koç’u da indirip Sadettin Saran’ı seçmiştir.
Yasalar ve kulüp tüzüğü ortadadır. Genel Kurul kendi iradesini ortaya koymuştur. Hukuki süreç sonunda belirginleşir.
Her üç kulüp de sivil toplum kuruluşudur. Tarihsel derinlikleri, kültürel kodları kendi stratejilerini belirleme şekli için referans olmaktadır. Seçilen kişilerin ortaya koydukları tavır ve davranışlar neticesinde, ya başarıyla birlikte kulüp çıkarları ön planda olur ya da bedel ödenir.
Unutmayalım ki futbolun tarihsel temellerinde direniş alanları vardır ve hikâyelerle doludur.

