Kürtlerin sisteme ne ölçüde entegre olacağı değil; kendi toplumsal sistemlerini ne ölçüde kurabilecekleridir. Negatif entegrasyon yeni baskıların ve çatışmaların zeminini hazırlar; demokratik entegrasyon ise barışın, eşitliğin ve birlikte özgürleşmenin toplumsal temelini oluşturur. Türkiye’nin ve bölgenin geleceği açısından belirleyici olan, bu iki yol arasındaki tercihtir
Amed Dicle
“Entegrasyon” kavramı, modern çağın siyasal literatüründe sıkça karşımıza çıkan, fakat çoğunlukla dar bir içerikle ele alınan bir terimdir. Ulus-devletlerin merkezileşme stratejilerinde genellikle asimilasyonu örtmek için kullanılmış, halkların özgürlük mücadelelerinde ise kimlik ve kültürün korunması üzerinden tartışılmıştır. Sayın Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu’nda geliştirdiği “demokratik entegrasyon” kavramı, işte tam da bu dar çerçeveyi kırarak yeni bir boyut açar. Çünkü Öcalan, entegrasyonu asimilasyonun karşıtı olarak tanımlar ve Kürtlerin Türkiye’deki varlığını güvence altına alırken, bölgesel düzlemde de sorunun çözümünde kurucu bir kavram olarak ortaya koyar.
Demokratik entegrasyonun anlaşılabilmesi için önce onun zıddı olan negatif entegrasyonun mahiyetini kavramak gerekir. Negatif entegrasyon, bir halkın kimliği tanınmadan, dili ve kültürü görmezden gelinerek, yalnızca “iyi vatandaş” kalıbına uyması halinde kabul görmesidir. Türkiye’de Kürtlerin maruz kaldığı tarihsel asimilasyon politikaları bunun en somut örneğidir. Tek dil, tek millet ideolojisi altında Kürt kimliği görünmez kılınmış, Kürt birey sisteme yalnızca inkarı kabul ettiği ölçüde dahil edilmiştir. Bu, var olmanın bedelinin yoklukla ödenmesi demektir.
Tam da bu nedenle Öcalan, demokratik entegrasyonu bir karşı tez olarak öne çıkarır. Demokratik entegrasyon, halkların kimliğinden vazgeçmeden, dilini, kültürünü ve toplumsal değerlerini geliştirerek siyasal alana katılmasıdır. Yani mesele, devlete kayıtsız şartsız eklemlenmek değil; devletin tekçi yapısını aşındırarak demokratikleştirilmesidir. Bu açıdan demokratik entegrasyon, edilgen bir uyum değil, dönüştürücü bir müdahale ve kurucu bir irade olarak tanımlanır. Böylece entegrasyon, teslimiyet değil, özgürleşmenin yolu haline gelir.
Bu noktada sorulması gereken temel soru şudur: Kürtlerin demokratik entegrasyonu hangi zeminde mümkündür? Türkiye’de siyasal tartışmalar yıllardır Anayasa’nın değiştirilemez ilk dört maddesi etrafında döner durur. Bir kesim bu maddelerin Kürt meselesinin çözümünün önündeki en büyük engel olduğunu savunurken, bir kesim de onların değiştirilmesini “devletin bekası” açısından tehlike olarak görür. Ancak bu tartışma, çoğu kez asıl meseleyi perdelemektedir. Çünkü Kürtlerin demokratik toplum olarak örgütlenme hakkı tanınmadığı sürece, isterse ilk dört madde değişsin, isterse değişmesin, özde hiçbir şey değişmez.
Buna karşılık, Kürtlerin demokratik örgütlenme hakkı anayasal güvenceye kavuştuğunda, bu kez ilk dört madde kendiliğinden anlamsız hale gelir. Zira artık devletin tekçi karakterini kutsayan bu maddeler pratikte işlevsizleşir. Demek ki sorunun kilidi, sembolik düzeyde yürüyen anayasa tartışmalarında değil, halkın özne olarak tanınmasında gizlidir.
İşte tam da burada demokratik entegrasyon yasaları devreye girer. Çünkü anayasal düzeyde güvence altına alınmayan haklar, pratikte ya uygulanmaz ya da kolayca geri alınır. Demokratik entegrasyon yasaları ise kimliklerin eşitliğini, çok dilliliği, yerel özyönetim modellerini ve toplumsal örgütlenme özgürlüğünü somut birer kurum haline getirir. Bu yasalar, demokratik entegrasyonun hayata geçirilmesinin araçlarıdır. Yasal güvence olmadan entegrasyon, her an asimilasyona dönüşebilecek kırılgan bir zemin üzerinde kalır.
Türkiye’nin bugünkü gerçeği, bu kırılganlığın sınırlarına çoktan gelindiğini göstermektedir. Kürt halkı artık kimliğini inkar eden bir vatandaşlık ilişkisini kabul etmemekte; kendi kurumlarını kurma, dilini eğitim dili olarak kullanma ve yerel yönetimlerde özne olma talebini her alanda dile getirmektedir. Bu talepler, yalnızca bir kimlik arayışı değil, demokratik entegrasyonun toplumsal dayanaklarıdır. Devletin bu taleplere yaklaşımı, sürecin barışa mı yoksa yeni bir çatışmaya mı evrileceğini belirleyecektir.
Demokratik entegrasyonun önemi yalnızca Türkiye ile sınırlı değildir. Ortadoğu’nun çok kimlikli, çok inançlı yapısı düşünüldüğünde, bu kavram çatışmalı süreçlerin aşılması için bir model olarak da öne çıkmaktadır. Ulus-devletin tekçi dayatmalarının çatışmaları derinleştirdiği bu coğrafyada, demokratik entegrasyon farklı kimliklerin birbirini dışlamadan, eşitlik temelinde ortak yaşam kurabilmesini mümkün kılar. Öcalan’ın “demokratik ulus” fikri, tam da bu nedenle, Kürt meselesinin ötesinde bölgesel bir çözüm perspektifi sunmaktadır.
Bu perspektif, günümüzün temel sorusuna da yeni bir yanıt getirir: Halklar yalnızca bir arada nasıl yaşayacaklarını değil, birlikte nasıl özgürleşeceklerini tartışmak zorundadır. Çünkü eşitlikten, adaletten ve örgütlülükten yoksun bir yaşam, özgürlük değil, tahakküm üretir. Demokratik entegrasyon, bu tahakkümü kırmanın, halkları edilgenlikten çıkarıp kurucu özneye dönüştürmenin yoludur.
Sonuçta mesele, Kürtlerin sisteme ne ölçüde entegre olacağı değil; kendi toplumsal sistemlerini ne ölçüde kurabilecekleridir. Negatif entegrasyon yeni baskıların ve çatışmaların zeminini hazırlar; demokratik entegrasyon ise barışın, eşitliğin ve birlikte özgürleşmenin toplumsal temelini oluşturur. Türkiye’nin ve bölgenin geleceği açısından belirleyici olan, bu iki yol arasındaki tercihtir.
Bugün Türkiye’nin ve bölgenin önünde duran esas fırsat, Öcalan’ın geliştirdiği demokratik entegrasyon perspektifini hayata geçirmektir. Bu perspektif, Kürtlerin kendi kimliği ve örgütlülüğüyle demokratik toplum olarak tanınmasını yalnızca bir hak talebi değil, aynı zamanda barışın toplumsal zemini haline getirir. Öcalan’ın yaklaşımı, çatışmayı yeniden üreten inkar siyasetine karşı, farklılıkların güvence altına alındığı yeni bir toplumsal sözleşme önerisidir. Demokratik entegrasyon bu yönüyle bir kavramdan çok daha fazlasıdır; halkların özgürce var olabileceği, barış ve demokrasinin kalıcılaşacağı yeni bir tarihsel dönemin kapısını aralayan bir kurucu iradedir.
Kürtlerin sisteme ne ölçüde entegre olacağı değil; kendi toplumsal sistemlerini ne ölçüde kurabilecekleridir. Negatif entegrasyon yeni baskıların ve çatışmaların...