Memura emekliye, emekçiye yapılacak zamlar konuşuluyor. Sanki derde deva olacak, insanların alım gücü artacakmış gibi algı yaratılıyor. Hükümet ve kimi sendikalar günlerdir danışıklı- dövüşlü bir oyun sergiliyor. Telaffuz edilen rakamlar emekçileri yine yoksulluk ve açlık sınırının altında tutuyor.
Türkiye’de zengin giderek daha zenginleşirken, yoksul da giderek daha fakirleşmektedir. Bunu artık herkes biliyor.
Eşitsizlik uçurumu giderek derinleşiyor. Bölüşümdeki adalet adil bir vergi sistemi ile gelir dağılımının düzeltilmesi ve asgari ücret ile emekli/memur maaşlarının insan onuruna yakışır bir yaşam standardını sağlaması, bu derinleşen uçurumu kapatmanın ilk adımları olacaktır.
Uzmanlara göre yüksek enflasyon, dolaylı vergi yükünün artması, ücret artışlarının yetersizliği ve sermaye gelirlerinin ağırlık kazanması eşitsizliğin temel nedenleri arasında gösteriliyor. Vergi politikalarının gelir dağılımını düzeltici değil, aksine pekiştirici etki yarattığına da dikkat çekiliyor.
Verilere göre Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında hem gelir hem servet dağılımında en eşitsiz ülke konumunda. AB ortalamasında Gini katsayısı dedikleri 29,6 seviyesindeyken, Türkiye bu alanda %42,6 ile en yüksek değere sahip ülke durumunda yazık ki.
Şu rakamlar gerçekten ürkütücü; Türkiye’de en zengin %20’lik kesim, toplam gelirden %49,8 pay alırken, en yoksul %20’lik dilim sadece %5,9’luk bir paya sahip. Bu veriler, gelir piramidinin tepesindeki küçük bir azınlığın gelirini artırdığı, geniş kesimlerin ise geride kaldığına işaret ediyor.
***
Bu dramatik tablo, açlık- yoksulluk kavramlarıyla ele alındığında ise korkunç bir uçuruma, akıl almaz bir gerçeğe dönüşüyor. Asgari ücretin 28 TL olacağı konuşulurken; kira, faturalar, ulaşım, eğitim ve sağlık masrafları ile birlikte yoksulluk sınırı 100 bin TL’yi zorluyor.
Yani, maaşı bu sınırın altında kalan milyonlarca insan; Ya kira fatura diyor ya sofra: Ya çocuğunun okul masrafını erteleyecek ya da evin elektriğini kesilmekten kurtaracak.
Bu durum haliyle sosyal hayattan izolasyonu da birlikte getirecek Komşusuna bir fincan kahve ikram etmek, ailesini bir parka götürmek gibi en temel sosyal aktiviteleri bile “lüks” olarak görmeye başlayacak.
Ekonomik krizin geldiği noktada eşitsizlikteki derinleşme, yoksulluk ve açlık öyle bir hal aldı ki; yandaş sözcüler de durumu seslendirmek zorunda hissediyorlar kendilerini.
Yoksulluk ve açlık, birer rakam olmanın ötesinde, milyonlarca ailenin günlük yaşam mücadelesini ifade eden göstergelerdir.
Yine Türkiye’deki yoksulluk ve açlık, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir adaletsizlik sorunudur.
Yoksulluk kavramı bünyesinde birçok bileşeni barındırır. Yoksulluk, birçok alanda yoksun olmak demektir. Açlıktır, yetersiz beslenmedir, hastalıktır, sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel alanlardaki hizmetlere yeterince erişememektir. Sosyal ayrıma ve dışlanmaya maruz kalmak demektir. Ele güne muhtaç olmaktır. ‘Yoksulluk kültürü’ denilen boyun eğme bu noktada başlıyor. Yoksulluğun, yokluğun iktidarlar tarafından kadermiş gibi sunulması ve bunun şükür ve sabır gibi kavramlarla meşrulaştırmaya çalışılması, toplumda boyun eğip biat etmede etkili oluyor.
***
Ekonomi büyüyormuş, Türkiye büyüyor deniyor ama asıl adaletsizlik büyüyor durmadan. Sadece gelirde değil vergide de adalet yok. Yıllardır böyle, patronlarda vergi yükü azalıyorken emekçilerin vergi yükünde artış oluyor.
Çalışan emekçi, üreten emekçi ama geçinemeyen, pahalılık, zamlar, faturalar arasında nefes alamaz duruma getirilen de emekçi.
Yazının son sözü Nobelli ekonomist Amartya Sen’den olsun: “Açlığın temel nedeni gıda ya da toprak eksikliği değil, demokrasi eşitlik ve adalet eksikliğidir.”
Memura emekliye, emekçiye yapılacak zamlar konuşuluyor. Sanki derde deva olacak, insanların alım gücü artacakmış gibi algı yaratılıyor. Hükümet ve kimi sendikalar...

