Türkiye’ye ait SİHA’nın hedef aldığı gazeteciler Cihan Bilgin ve Nazım Daştan’ın katledilmesinin üzerinden bir yıl geçti. Ne failler yargılandı ne de cenazeler ailelerine verildi. Mezar ziyareti de engelleniyor
Şirin Bayık
Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) Kuzey ve Doğu Suriye’de Tişrin Barajı ve Qereqozax hattına yönelik saldırılarını takip eden gazeteciler Cihan Bilgin ve Nazım Daştan, 19 Aralık 2024’te Türkiye’ye ait SİHA tarafından hedef alındı. Gazeteciler yaşamını yitirdi. Cenazelerinin de ailelerine teslim edilmesine ve memleketlerine getirilerek defnedilmesine izin verilmedi. Aradan geçen bir yıla rağmen ne saldırıya ilişkin etkili bir soruşturma yürütüldü ne de kamuoyuna tatmin edici bir açıklama yapıldı. Böylelikle ailelerin yas tutma hakkı bile ortadan kaldırıldı. Cihan’ın saati ise yalnızca bir ölüm anını değil, cezasızlık, inkâr ve hakikatin sistematik susturulmasının simgesi olarak kaldı
Gazetecilere yönelik bu saldırı, bireysel bir “yanlış hedefleme” değil, hakikat üretiminin doğrudan hedef alındığı politik bir suikast olarak değerlendirilirken, basın özgürlüğüne dönük bu saldırı, aynı zamanda bölgedeki askeri operasyonların görünür kılınmasını engellemeye dönük sistematik bir pratiğin parçası olarak hafızalara kazındı.
‘Vicdanım kabul etmiyor’
Gazetecilerin katledilmesinin birinci yıl dönümü öncesi gazetemize konuşan Cihan Bilgin’in babası Nesim Bilgin, gazetemize konuştu. Baba Bilgin, kızının neden Rojava’da gazetecilik yaptığını ve bu ısrarın ardındaki vicdani motivasyonu şu sözlerle anlattı:
“Cihan, akıllı bir kızdı. İnsanlarla diyaloğu çok iyiydi. İnsanları severdi. Cihan bu IŞİD zihniyetini gördü ve tahammül edemiyordu. Çocukların öldürüldüğünü gördüğünde ‘vicdanım kabul etmiyor’ derdi. Bu vahşete karşı hakikatleri göstermek için Rojava’ya gitmekte ısrar etti. Basındaydı ve oraya geçti. İlk zamanlarda bize haber vermemişti, yani bize bile söylemedi. Daha sonra duyduk. Hatta devlet yetkilileri bana bunu söyledi. Ben de ‘bilgim yok’ dedim.
Cihan, cesur, atılgan bir kadındı. Paylaşımcı bir insandı. Elinde bir parça ekmeği olsa onu dörde böler arkadaşlarıyla paylaşırdı. Tek başına asla yemek bile yemezdi. ‘Birlikte yiyelim’ derdi. Böylesine iyi yürekli biriydi. Cana yakındı. Sürekli hakikatin peşindeydi. Silahı yoktu, birşeyi yoktu. Sadece hakikatin peşinden koşuyordu. Asla yanlış bir şeyi de aktarmazdı. Orada ne oluyorsa onu aktarıyordu.”
Cezasızlık politikası: Ölüm var, belge yok
Gazetecilerin ölümünün ardından yürütülen süreç ise cezasızlık rejiminin tipik bir örneği olarak ilerliyor. Devletin gazetecilerin ölümünü tanımaktan kaçındığını belirten Nesim Bilgin, dosyayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne taşıdıklarını ancak en temel hakların dahi tanınmadığını dile getirdi:
“Dosyamızı AİHM’e taşıdık, avukatlar uğraşıyor. Ancak ne yaptıysak kızımın ölümünü kabul etmiyorlar. Defalarca başvuru yapılmasına rağmen ‘ölüm raporu’ verilmiyor. Eğer ölüm kabul edilseydi, belki cenazemizi buraya getirebilirdik. Bir insanın cenazesinin uzak olması ve ona gidememek çok acı.”
Yas da engelleniyor
Bu politikalar yalnızca adaleti değil, yas tutma hakkını da ailelerin elinden alıyor. Baba Bilgin, kızının mezarına ulaşmasının sistematik biçimde engellendiğini belirterek, “Defalarca mezarını görmek için uğraştım. Ancak sınır kapılarından geçirmiyorlar. Rojava’ya gitmek istiyorum ama izin vermiyorlar” dedi. Bu engelleme ile uluslararası hukukta temel bir insan hakkı olarak kabul edilen cenazeye ulaşma ve yas tutma hakkı ihlal edilmeye devam ediliyor.
Barış talebi
Tüm bu yaşananlara rağmen baba Bilgin, öfke değil barış talep ediyor. Devam eden Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne dair de bu yönüyle, “Bir barış süreci var ve bu sürecin nihayete ermesini istiyoruz. Herhangi bir sorun çıkmadan tüm tarafların artık acı çekmeyeceği bir yaşam istiyoruz. Bu acıyı artık istemiyoruz. Bu kanın durmasını istiyoruz. Umarız bir barış sağlanır. Silahlar artık susar. Ne zamana kadar bu sürebilir. İki taraftan da insanlar ölüyor. Çok zoruma gidiyor. Hangi taraftan olursa olsun insanların ölmesi zor” dedi.
Baba Bilgin, son olarak da kızı Cihan için basın emekçileri ve kamuoyuna açık bir çağrıda bulunarak, “Ona sahip çıkın, dosyasını takip edin. Kızım unutulmasın. Sizler de onun yolundan gidin ve hakikatin peşinden gidin. Ne olduğunun, neler yaşadığını yazın. Cihan’ın unutulmasına izin vermeyin” dedi.
Son cümlelerinin ardından kızına ait bir poşete doldurulmuş eşyalarını bizimle paylaştı. Poşetin içerisinde kıyafetleri, kalemleri, özel eşyaları, kamerası ve camı kırılmış ve durmuş saati yer alıyordu.

