Ece Doğru – Hatay Depremzede Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
Bu ülkede hep acı mı eklenecek heybemize?
Her an yerin yerinden oynayabileceği, depremlerin adeta “Geliyorum!” dediği iki bölge. Gölcük’ün, İstanbul’un, İzmir ve daha nicesinin çığlıkları kulaklarımızda; ölümler ve yıkımlar belleklerimizde, dünyanın belleğinde dipdiri duruyor. 1999 depremi ülke tarihinde kara bir leke olarak orta yerde duruyorken konunun uzmanlarının ve çeşitli meslek odalarının sayısız uyarısına rağmen alınmayan önlemler halkı yıkımlara, ölümlere mahkûm ediyor. Canlarını, yuvalarını, memleketini kaybetmiş bir halka; tam yirmi dört yıl sonra yeniden geciken müdahalelerin gerekçesi olarak “teknik personel ve ekipman eksikliği”ni göstermek nasıl bir cüret, nasıl bir akıl tutulmasıdır?
6 Şubat 2023 ve akabindeki depremlerden en çok etkilenen kent Hatay olmuştur. Birçok yıkımın ve can kaybının yaşandığı memleketimizde ilk üç gün yanımızda hiçbir devlet personelini görmediğimiz gibi sivil toplum örgütlerinin desteği de bilinçli olarak engellendi. Halk; arama kurtarma çalışmalarında, yaralıların bakımında, gıdaya ve giysiye erişimde dahi kaderiyle baş başa kaldı, baş başa bırakıldı. Enkaz altında günlerce çıkarılmayı bekleyenler, enkazdan çıkarılıp hastaneye ulaşmayı bekleyenler, hastaneye ulaşıp doktor bulmayı bekleyenler, doktor bulup ilaç almayı bekleyenler çaresizce ölüme terk edildi. Halk her yarasını kendi başına sarmak, kendi başına iyileşmek zorunda kaldı. Bugün depremin üzerinden otuz ay geçmişken Hatay’da elektrikten suya, barınmadan hava kirliğine, sağlık personeli eksikliğinden eğitime, tehlike saçan yollardan hukuki davalara kadar sorunlarımız bütün can yakıcılığıyla devam ediyor. Meteorolojinin artan sıcaklara dair uyarılarına rağmen elektrik kesintileri günlerce sürüyor, bu durum konteynırlarda yaşamayı imkansız kılıyor. Bir yıl içinde teslim edileceği sözü verilen kalıcı konutların akıbeti belirsiz. Memleketin her tarafından binalar yükseliyor fakat binalara gidilecek yol yok; anahtarı teslim edilen binalarınsa kapısı dahi yok. Aylarca süren rezerv alan ve yerinde dönüşüm tartışmalarına, devlet yetkililerinin katıldığı onlarca toplantıya rağmen halkın soru işaretleri giderilmiş değil. Neye göre, ne zamandan itibaren, ne kadar borçlandırılacağımızı bilmediğimiz boş bir kâğıda imza atmak zorunda bırakılıyoruz. Kentteki ekolojik tahribat cabası. Zeytinlik alanlar bir bir kamulaştırılıyor. İnsanların itirazları ve müdahalelerine rağmen zeytinleri kesiliyor, yerlerinde binalar yükseliyor.
Hak kayıpları, hak gasplarına yönelik davalardaysa hiçbir ilerleme katedilmiş değil. Halk oradan oraya biçare muhatap arıyor, muhatap alınma mücadelesi veriyor.
Sonuç olarak aynı 1999 depremlerinde olduğu gibi deprem sonrası açılan onca davaya rağmen tek bir yetkilinin dahi istifa etmediği, hesap sormanın ve vermenin yerini cezasızlığın aldığı süreçler devam etmekte. Yaşanan ölümlerin ise kader değil siyasi tercihlerin sonucu olduğu açık. Merkezi yönetim, afet yönetiminde bir kez daha sınıfta kalmış, kriz ânında depremzedeleri yalnız bırakmıştır.
Memleketimizin nice depremlere gebe olduğunun bilinciyle hem deprem bölgelerinin yeniden inşasında hem de diğer kentlerimizin depreme dirençli hale getirilmesinde konunun uzmanları ve meslek odalarıyla işbirliği halinde olmak, olası depremlere dair önlemler almak, deprem bütçesi oluşturmak, deprem bilincini arttıracak uygulama ve eğitimleri öncelemek büyük önem taşımaktadır. Bu talepleri bunca canımızı kaybetmeden önce gerçekleştirmesi adına merkezî ve yerel yönetimlere sorumluluklarını hatırlatmak, hesap sormak, öfkeyi büyütmek, halkların haklı sesini yükseltmek her zaman olduğundan daha elzem bugün.
Bir kez daha gördük ki dayanışmayı büyütmek, her türlü afetin altından omuz omuza kalkmak hayati bir yerde duruyor ülkemizde, maalesef birbirimizden başka kimsemiz yok. Dayanışma yaşattı, dayanışmayla yaşamak ve dayanışmayı yaşatmak birincil görevimiz.