Bilge Su YILDIRIM
İthalatı önceleyen sermaye yanlısı tarım politikaları; ayçiçeğinden mısıra, pamuktan bademe ve tütüne pek çok toprak mahsulünde yerli üretimi tehdit ediyor. İktidarın kamu kaynaklarını ithalat teşvikine harcaması, hâlihazırda ekonomik kriz şartlarında zor durumda olan çiftçiyi topraktan koparıyor. 27 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Genel Müdürlüğünün İthalat Yoluyla Yapacağı Tarımsal Ürün Alımları ve Buna İlişkin Hizmet Alımları İhale Yönetmeliği”, ithalata yönelimi daha da hızlandırdı.
Bu yönetmelikle birlikte Toprak Mahsulleri Ofisi’nin bir ürünü ithal etmesinin bağlı olduğu tek şart, Tarım ve Orman Bakanı’ndan onay vermesi oldu. Bu yönetmelikle birlikte TMO, istediği ülkeden istediği miktarda ürünü, istediği kişi veya firma aracılığıyla istediği fiyata ithal edebilme hakkına erişti. Yalnızca Bakanın onayına bağlanan süreç, kamusal şeffaflık ve komisyon denetimlerini saf dışına bıraktı. Böylece çeşitli stratejik ürünlerde uygulanan ithalat yasağı da yine tek bir kişinin imzasına bağlı hale getirildi.
HER ŞEYİ TEK İMZA ŞEKİLLENDİRİYOR
Ekonomik krize bağlı olarak yükselen girdi maliyetleri karşısında düşük alım fiyatlarıyla ezilen çiftçi, ithalata verilen kamu teşviklerinin hız kazanmasıyla birlikte adeta denklem dışı bırakıldı. Yerli ürün henüz piyasaya girmeden dış pazardan ürün alımı yapılmasıyla fabrikalar, daha ucuza alabildikleri ithal mahsullere yöneldi. Kârını ithal ürüne bağlayan fabrikalar, üreticiye de düşük alım fiyatları sundu. TMO’nun girdi maliyetlerini dahi karşılamaya yetmeyen ve kotayla sınırlandırılmış ürün alımından masraflarını çıkaramayan çiftçinin çaldığı diğer kapı olan fabrikalar da böylece ‘yok fiyatına’ kapandı.Yükselen girdi maliyetleri, düşük alım fiyatları, küresel iklim krizine bağlı kuraklık ve zirai donun üzerine bir de ithalatı teşvik eden sermaye yanlısı politikalar eklenince çiftçinin tarladan kopuş süreci de hız kazandı. Pek çok üretici, seneye ürün ekemeyeceğini ifade etti.
ÖNCE BORÇLANDIRMA SONRA MÜLKSÜZLEŞTİRME
Ege Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü Araştırma Görevlisi Fatih Özden, ithalat politikalarını BirGün’e değerlendirdi. Dünya pazarına endeksli tarım politikalarının yerli üretim gerçekleştiren üreticilerin öznel sorunlarını ıskaladığını kaydeden Özden, bunun da çiftçinin mülksüzleşmesine varan bir yıkım sürecinin inşasına yol açtığını ifade etti. Özden, şu ifadeleri kullandı: “Hem ülkede hem de dünyada 1980’lerden sonra, özellikle 1990’ların ortasına gelindiğinde, Dünya Ticaret Örgütü’nün de programları ışığında ihracat odaklı politikalar izlenmeye başlandı. Bu süreç, aslında bugünlere gelinmesinin de temelini oluşturdu. Esas odağın dünya pazarı olarak belirlenmesi, çiftçinin buradaki ihtiyaçlarının uluslararası market için ‘gözden çıkarılmasıyla’ sonuçlandı. Küresel iklim krizine bağlı olarak yaşanan doğal afetler zaten ürün miktarını etkilemişti, bunu bir de yüksek girdi maliyetleri ve bu maliyetleri karşılamayan, dünya pazarına odaklı alım fiyatları etkileyince çiftçi üretimin dışında kaldı. Gelir elde edemeyen üretici önce borçlanmaya, borçlarını da ödemeyince mülksüzleşmeye başladı. Çiftçinin üretimden koparılmasının yarattığı açık da yapısal politikalar aracılığıyla değil, ithalat ile kapatılmaya çalışıldı. Ancak sermaye birikim rejimi doğrultusunda izlenen bu politika, yerli üretimi daha da baskıladı.”
SERMAYE POLİTİKALARI TERK EDİLMELİ
Ülkenin 2020’den bu yana sistematik bir şekilde dış ticaret açığı verdiğini ifade eden Özden, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dış ticaret açığı, ihracattan çok ithalat gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Bunu söylediğimizde verilen cevap ithal edilen ürünün işlenerek gıdaya dönüştürüldüğü ve gıdanın yeniden ihraç edilerek pazara sokulduğu oluyor. Bu her ne kadar makroekonomik düzeyde doğru olsa da üreticinin derdine de deva olmuyor. İthal ürünü öncelemek içerideki ürünü ve fiyatları baskılıyor. Bu noktada her ne kadar girdi maliyetlerinde vergi indirimi gibi öneriler sunulsa da girdilerde de dışa bağımlı olduğumuz için bu yol da çözüm olamaz. Yapılması gereken tarımdaki makroekonomik sermaye birikimi rejiminin değiştirilmesidir. Piramidi tersine çevirmemiz lazım. Önce yerel, ardından bölgesel, sonrasında ulusal ve en nihayetinde uluslararası Pazar gözetilmeli. Böylece şirketleşmiş tarım ve gıda politikaları yerine tabandan başlayan, çiftçilerin daha fazla söz sahibi olduğu bir politika yaratılır. Bu da en nihayetinde gıda egemenliğini esas alan bir sistemin şekillenmesini sağlar.”

