Kürt varlığı ve zamanı açısından yaşanan bu kırılmalar onu kendi olmaktan çıkararak bir bölünmeye uğratmıştır. Ezilenlerin ikili problemi olarak adlandırılan bu durum ezilen sömürge kişiliğinin şekillenmesine ve Kürtlük değerlerinden uzaklaşıp yabancılaşmasına neden olur
Nasrullah Kuran 
“Benim derdim Kürt aklını geliştirmektir. Bu akıldan herkes payını alacaktır.
Ben kırk yıldır boğuşa boğuşa buraya geldim. Okumadım, kitap yapmadım, propaganda kalmadı. Hiç olmazsa emeğimiz boşa gitmesin.
Bu sonuca ulaştım. İçeriği çok derin ve çarpıcı olan bir Kürt ideolojisi yaratıldı.”
Önder Apo
Yaşam iradesi gösteren ve kendisini günümüze taşırabilen her toplumsal varoluş, kendine ait bir akla, bu aklın öz ve biçim kazandırdığı bir kişilik ve kimliğe, bir felsefe ve kültüre tüm bunlardan meydana gelen bir öz bilinci sahiptir. Bu nedenle toplumsal varoluş, toplumsal aklın ideolojik, stratejik, kültür düzeyinde gelişmesi ve gerçekleşmesi olayıdır aslında.  İstisnasız her toplum, sahip olduğu aklı politikanın varlık zemininde pratikleştirerek deneyimlemiş ve buna göre bir yaşam iddiasına sahip olmuştur.
Kürt aklı bahse konu olduğunda Neolitik’in tüm ilkelerinde kendini görünür hale getiren tarihsel arka plan, Hurilerin büyük lider ve komutanı Tupkaş’tan Zerdüş’te, Ehmedê Xanî’den Önder Apo’ya uzanan görkemli bir tarihsel ve güncel gerçekleşmeyi sunar. Nitekim ünlü Pakistanlı İslam düşünürü Mevlana Ala el-Mevdudi’i yedi ciltlik “Tevhim Ul Qur-an” adlı eserinde Kürtlerin bin yıllardır bulundukları coğrafyanın en kadim yerleşik halkı olduğunu tüm eski kavimlerin bölgede önce Kürt dilini kullandıklarını ve Nuh Tufanı öyküsünün Kürtlere ait bir öykü olduğunu belirterek Kürt ontolojisine dair önemli bir hatırlatmada bulunur.
Bu bağlamları içerisinde değerlendirmeye tabi tutuğumuz Önder Apo’nun “Tarih Göbekli Tepe’den başlayacaksa orası Kürt ontolojisinin beşiğidir” belirlemesi sadece yeni bir anlam üretmemekte aynı zamanda bizi “tarih Kürdistan’dan başlar” gerçeğiyle de buluşturmaktadır.
Kürt varlığı ve zamanı tarih ve uygarlık oluşturucu güç olarak insanın gelişiminde böylesine etkili ve dinamik bir rol oynamış olmasına rağmen nasıl olmuştur da yokluğun sınırlarına çekilerek bir örtülü tarih malzemesi haline getirilebilmiştir? Kürt denen olgu nereye kadar kendi varlığında sürmeye çabalamış ve bunu başarabilmiş nereden sonra kendi varlığında sürmeyi göz ardı ederek güçsüz düşmüştür?
Güncelde Kürt aklını demokratik modernite kuramın kapsamında yeniden kurarken bu soruya vurgu düzeyinde de olsa Kürt varlığı ve zamanındaki başlıca kırılma noktalarını işaret ederek yanıtlamak,  tarih bilinci oluşturmak açısından bir ihtiyaçtır. Çünkü an’ın inşası, tarihsel bilincin bilgiliğinde mümkün hale gelir.
Bilindiği üzere Zerdüştlük, köleci din ve mitolojiye karşı bir özgürlük ideolojisi olarak Medlerin başarı çizgisinde seyretmesinde başlıca bir role sahip olmuştur.
Kürtlerin zirvede olduğu bu süreçte Harpagos ihaneti ve devamında Darius öncülüğündeki Perslerin Medlerin kahinlerini, Maglarını, aydın ve aristokratlarını kapsamlı bir katliamdan geçirerek Kürtleri öncüsüz bırakma stratejisi ilk önemli kırılma aşamasını yaratmıştır. İkinci önemli ve büyük kırılma M.S. 637’de gerçekleşen Kadisiye Savaşı ile Sasan İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Kürdistan’ın işgaline giden yolun açılmasıyla yaşanmıştır.
Bu dönemde Arap İslam egemenliği altında Kürdistan adım adım işgal altına alınırken beraberinde Kürt üst tabakasının işbirlikçileşerek Araplaşması, dinsel-mezhepsel parçalanmaların ( Sünni, Alevi, Êzidî ve Yaresan) benzeri artması, sınıfsal ayrışmanın derinleşmesi ve toplamda Kürt varlığının kendi kültürel değerlerine yabancılaşması türünden oldukça ciddi ve ağır sonuçlar yaratmıştır.
İslami hakimiyet döneminde Kürdistan’ın bir yandan Babek, Mazdek, Hurremi gibi başta gelen muhalif hareketlerin merkezi haline gelirken diğer taraftan Abbas ve diğer halifelere güç veren Ebu Müslüm Horasani ve Selahaddin Eyyubi gibi Kürtleri açığa çıkarmış olması kendi ideolojik birliğini ve onun stratejik aklını oluşturmamasının dışa vurduğu bir çelişkidir. Ne yazık ki çelişki ve çatışma içerisindeki bu kendi için olamamanın negatif yansımaları yüzyıllar boyu sürer.
1514 Çaldıran Savaşı ve sonrası döneme gelindiğinde Kürt varlığının kendi içinde birlik yaratamayarak ele geçen tarihsel krallığını kurma fırsatını ıskalayarak yönetim hakkını başkalarına devretmesi üçüncü kırılma dönemini tetikler. 17. yüzyılın başlarında Ehmedê Xanî, Kürt varlığının bu bölünmüşlüğünü ve parçalanmışlığını ortadan kaldırmaya dönük çarpıcı bir şekilde Machiavelli ve Thomas More ile aynı dönemde bir ulus devlet teorisi geliştirse de,  Celadet Bedirxan’ın ifadesiyle onun zamanı onu duymayacaktı.
“Mem û Zîn’in ideolojik, politik, gerçek değeri ve anlamı Kürt varlığına gereğince yedirilmeyip medreselerin inisiyatifine terk edildiğinden yurtsever Kürt Mellelerin aydınlanmasıyla sınırlı kalacaktır. Sonuç 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla Kürdistan’ın ikiye bölünmesidir. 19.yüzyıla gelindiğinde dördüncü kırılma ulus devlet kurgusuna hazır olmayan Kürtlerin beylik statülerini yitirmeleri ve bunun yerine 1830’lardan itibaren Nakşibendiliğin sahte Kürt ideolojisi olarak ikame edilmeye çalışılmasıyla başlar. 2. Abdülhamid dönemi ile birlikte Kürt varlığının İslam örtüsü altında Türklüğe mal edilmesinin amaçlanması beraberinde yeni yöntemleri gündeme getirir. Hamidiye alayları bu bağlamda Kürt varlığını hem kendi içinde hem de diğer halklar-dinlerle karşı karşıya getirerek düşmanlaştırma politikasının koçbaşı haline getirilirken kurulan aşiret mektepleri aşiret liderlerinin ve önemli ailelerin çocuklarının birer devşirmeye dönüştürülmesi işlevini görmüştür. İttihatçıların iktidarında da bu yöntem derinleştirilip yaygınlaştırılarak sürekli uygulamada tutulmuştur.
Beşinci önemli kırılma 1. Dünya savaşı koşullarında Mustafa Kemal öncülüğündeki İttihatçı kadroyla Kürt varlığının gerçekleştirdiği “Misak-ı Milli Antlaşması”nın İttihatçı aklın tek taraflı ihanetine uğramasıyla devreye girer. Lozan Barış Anlaşması ile yeni Türk Devleti’nin kuruluşunun uluslararası güvence altına alınması ve TC’nin Sovyet tehdidine karşı Britanya hegemonyasının ön karakolu olma şartını kabullenmesi Kürt varlığına duyulan ihtiyacı ortadan kaldırır.
Lozan Anlaşması ile dörde bölünen Kürdistan tümden sömürgeciliğin imha ve inkâr politikalarına açık hale getirilir. Kemalist uygulama bu yönüyle 2. Abdülhamit ve İttihatçı akıldan devralınan politikaların İngiliz hegemonyası çizgisinde güncel ve güncele uyarlanmasından başka bir değişiklik yaratmamıştır. Aksine Kürt varlığı her daim bir tehdit ve bir güvenlik sorunu haline getirilerek verili devlet aygıtının,  kendisinin olduğu gibi sürdürmesi konusunda değişmez bir enstrümana dönüştürülmüştür.
Kürt varlığı ve zamanı açısından yaşanan bu kırılmalar onu kendi olmaktan çıkararak bir bölünmeye uğratmıştır. Ezilenlerin ikili problemi olarak adlandırılan bu durum ezilen sömürge kişiliğinin şekillenmesine ve Kürtlük değerlerinden uzaklaşıp yabancılaşmasına neden olur. İdeolojisiz, politikasız, stratejisiz ve öncüsüz kalan Kürtlük için önüne konulan tek seçenek karşıtına, ezene ve sömürgeciye benzeşmek. Bunun için Kürtlüğünü bir tarafa bırakarak sömürgeci kimliğe tabi olmaktır.
Kuşkusuz Kürt varlığı bu dayatma karşısında direnişsiz kalmamış, neredeyse tüm zamanlarda bir karşı mücadele içerisinde olmasını bilmiştir. Fakat çağın gerektirdiği aklı, ideolojik ve stratejik bağlamda oluşturup bunun politik örgütlerini yaratamaması Kürt birliği ve özgürlüğü bakımından en önemli açmazı meydana getirmiştir. Öyle ki her dört parça Kürdistan’ın birliğini yaratmak bir tarafa her parçanın kendi içerisine yürüttüğü dar, dağınık ve bölünmüş mücadele tarzı en çok da Kürtleri vurmuş, özgürlüğünden çok esaretine katkı yapmıştır.
1970’lerle birlikte Kürt özgürlük hareketi somutunda hem teorik hem pratik açıdan bu sonun aşılması çabasına girilmişse de, dönemin klasik UKKTH anlayışı ve reel sosyalist gerçekleşmenin biçimlendirdiği zihin ve sistemsel yapı yereli ve evrenseli birbiriyle kaynaştıran, zamanın taleplerine devlet ve iktidar dışında ideolojik, felsefik ve politik çözümlerle güçlü yanıtlar geliştiren, stratejik bir Kürt aklını yapılandırmanın önünde engeldi. Önder Apo somutunda 80’lerin sonlarından itibaren başlayan 90’larda aşama aşama kendini görünür hale getiren ve 2000’lerin başlarında olgunlaşarak kendisini tanımlamaya başlayan bu yöndeki arayış, en son kendisini demokratik modernite paradigması biçiminde açığa vurdu. ‘Barış ve Demokratik Toplum manifestosu ile de programlaştırdı.
2015 yılı İmralı koşullarında Önder Apo ideoloji-kültür ve varlık ilişkisine de değerlendirirken bir yerde felsefik bir yaklaşıma atıfta bulunmuş ve “Biliyorsunuz felsefede varlık, bilinç ve form formülü vardır. Varlık kültürel birikimin neticesinde oluşur; yani hem varlık bulunduğu kültürel havuzun eseridir.” Vurgusunu yaptıktan sonra şöyle devam etmiştir;” Bizler de bu kültürün bir neticesiyiz ama o kültürel havuzdaki kültürün ne tür bileşenlerden oluştuğu muhasebeye muhtaçtır. Varlığı oluşturan kültür havuzunda kapitalist modernitenin liberal kültürü, kültürel soykırımın ürettiği kültür, geleneksel form olan aile, kabile ve aşiret kültürü, din ve mezheplerin yarattığı kültür ve saymakla bitiremeyeceğimiz daha birçok kültür formu vardır. O kültürel havuzda varlığın kendi tarihine ve toplumuna ait kültür ne kadar vardır? Biliyoruz ki her kültür havuzu temel nitelikleriyle beraber varlığı şekillendiriyor. Zihniyetinden düşüncesine, arzularından, özlemlerine ve hayallerinden, reflekslerine hepsini o kültürel havuz oluşturuyor. Varlıktaki temel nitelikler oluştuktan sonra çok köklü ve radikal biçimde müdahale edilip değiştirilemezse değişim kolay olmuyor.” Demokratik modernite kuramı tam da burada başta Kürt varlığına ve demokratik sosyalist insanlığa köklü-radikal bir müdahaleyi içermekte ve onların 21. yüzyıl aklını ve stratejisini oluşturmaktadır. Demokratik modernite paradigması ne ölçüde “Tarih Kürdistan’da başlar” Gerçeğinin teorik ve pratik yeniden tanımlanması ve inşası ise en az o kadar da demokrasi ve özgürlük arayışındaki insanlığın etik ve komünel yaşamı öncelleyen demokratik sosyalizmidir.
Bu bağlamda politik duruş, dualistik, ikili bir yaklaşımı gerektirmektedir.  Bu tıpkı P. Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi”nde dile getirdiği gibi “Bir ayağımı sistemin içine öteki ayağımı sistemin dışına tutmak, düşünmeye ve öğretmeye çalışıyorum. Elbette ki eğer sistem var olmaya devam ediyorsa sistemin tamamen dışında olamamam… Bu ikiliğin doğası nedir? Taktik bakımdan hepimizin bir ayağı sistemin içinde;  ve stratejik olarak hepimizin öbür ayağı sistemin dışında” tarzında bir tutuma sahip olabilmektir. Peki neden? Çünkü yaşadığımız dünya devletler arası kapitalist sistem hakimiyetinin geçerli olduğu bir dünya, böyle bir dünyada barış ve demokratik toplum zemini ancak demokratik entegrasyon yani devlet artı demokrasi eşittir demokratik cumhuriyet pratikleşmesiyle sağlanabilir.
Siyasi hedefin demokratik ulus- komünel temelli demokratik toplum ve temel stratejinin demokratik siyaset olarak belirlenmesi bu maksatladır. Siyasal stratejinin Kürdistan Ulusal Kongresi ve Kürdistan Demokratik Komünler Birliği hedefi otantik Kürt varlığının birlik temelinde yeniden inşasını; Birinci Komünel Enternasyonal ise bölgesel ve küresel düzeyde sosyalist çevre ve yapılanmaları arasında bağ ve bağlam oluşturmayı ortak örgütlenmeyi amaçlar. Yerelin ve evrenselin Kürdistan özgürlüğünde Apocu sosyalizmin ufkunda birleşip kaynaştığı bu denklemde, politikanın dili demokratik eylem, yöntemi ise demokratik siyasettir.
Demokratik siyaset eylem,  politik olanın 7-24 kendi orijinalliğinde işlemesi toplumsal mecrayı baştan başa komünel ağlarla örülmesi anlamına gelmektedir. Politik olan ezilen orta sınıfın ezene benzeşmeye, taklit etmeye çalıştığı müzminleşmiş küçüklük kompleksi tereddütlü ruh hali ve kekeme diliyle sürekli savunma psikolojisine başvurduğu, birikmiş toplumsal enerjiyi kendi konumu lehine soğutma ya da dondurma, dolayısıyla rejim açısından barajlama, emniyet sübobu işlevi göreceği bir alan değildir. Burada yani politik alanda siyaset, kurulu olandan kurucu olana yönelmekte, hareketin-aktivitenin kuruculuğunda komünal temelli demokratik toplumun inşasını gerçekleştirmek için yapılmaktadır. Demokratik eylemin dili amaç odaklı olup, net açık sade ve keskin bir değildir.
Amacını demokratik toplumun ideolojik aklından, netliğini tarih bilincinden, açıklığını ve sadeliğini özgürlük sosyolojisinin ahlakı ve politik değerlerinden keskinliğini ise tarihsel ve güncel haklılığından alan sistemin politik alanı yozlaştırarak, apolitikleştirme tutumuna karşı politik olanı etik- estetik değerler eşliğinde toplumsal sorunların, tarihsel ve güncel boyutlarıyla  sorumluca ele alındığı ve çözüm projelerine kavuşturulduğu bir alana dönüştürmek elzemdir. ………Var olan işsizlik, yoksulluk, eğitim, adalet, ahlakı ve politik çözüme demokrasi ve özgürlük sorunları toplumun çözüm bekleyen sorunların başında gelmektedir. Demokratik modern aklının kuruculuğunda varlık bulan, yeni politik yeni politik alan ve demokratik siyaset komünel örgütlenmelerle bu sonuçlara çözüm üretmek için vardır.
Kuşkusuz demokratik toplumun politik alan pratikleşmesi ne bürokratik devlet politik arayla ne liberal burjuva popülizmiyle ve ne de halka -topluma rağmen jakoben sosyal mühendislik siyaset anlayışıyla mümkündür. Aksine siyasetin ve siyaset inşasının varlık sebebi mensubu bulunduğu toplumu ‘kendi için varlık’ haline yani kendi demokratik öz yönetimine ve özgür-özerk örgütlenme gücüne kavuşturmaktır. Tabi burada politika, halkı “kazanmak” için değil halkla birlikte örgütlenmek için yapılır. Bu da eşittir halkın yaşamıyla bağ kurmak o yaşamın içinde siyaseti sürekli ve yeniden üretebilmektir.
Bu yönüyle Kürdi varoluş, Kürdün başkaları için varlık olmaktan çıkması, yani tüm Kürtlerin yeniden gerçek manada Kürtleşmesine, dil, kimlik, eğitim, kültür, ekonomi ve benzeri bütün alanlarda komün ve öz savunma mantığı içerisinde kendisini örgütlemesine bağlıdır. Şüphesiz bu, bazı siyaset insanı kadroyla onun tarz ve tempo dahilindeki pratikleşmeleriyle ancak yaşam bulunabileceğinden yeni dönemin Kürt aklı ideolojisi ekseninde siyasal alan kadrosunu da tanımlamaya ihtiyacı vardır.
Bu temelde demokratik toplumun inşa kadrosu
1- Demokratik modernite kuramında derinleşmiş, onun felsefik, sosyolojik, politik ve örgütsel muhtevasını strateji düzeninde özümsemiş ve taktik uygulama becerisi gelişmiş kadrodur.
2- O hem bir düşün hem bir eylem insanıdır. Tutku ve akıl hissetme ve zeka ilişkiselliğinde iyi düşünen, yaratıcı davranan, kendini yeniden kurabilen esnek ve dinamik bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle amaçta ve etkide kendini yeterlilik ve sürekli arayış içerisinde hareket ederek yeni çözümler geliştirmek esastır.
3- 3000 yıllık tarihlerini bilmeyenler kendilerini tanımlayamazlar gerçeğinden hareketle tarihinin iyi bir öğrencisi olmasını bilen ve buna göre hareket eden kadrodur. Bu kadro, pratiğiyle tarih yaptığını ve tarihle kendisini yaşattığının farkındadır. Tarih ve şimdi ilişkisini kurmak siyasetle şimdiye etki eder, onu yönetir ve yeniden yorumlar, kendi eylemiyle kendi tarih bilincini oluşturur.
4- Demokratik modernitenin yeni bir kültür ve bilginin örgütlenmesi olduğunu kavrayışla özgürlük sosyolojisini demokratik toplum sosyalizminin sosyal bilimi felsefesi olarak özümser toplumsal sorun ve çözümleri bu perspektifle ele alıp değerlendirerek projelendirir.
5-“Amacını en etkin şekilde gerçekleştirene stratejist denir” ilkesine bağlı yaşar;
ruh, duygu ve düşünce yapısını amaç odaklı gerçekleştirir. Onun için insan bir araç değil bir amaç varlığıdır. Bu nedenle insana insandaki pozitif potansiyele inanç ve ısrar, sosyalizme inanç ve ısrardır.
6- “Politikanın varlık nedeni özgürlük, deneyim alanı ise eylemdir” Doğrusundan hareketle ve demokratik eylem alanında yenilikçi, aktivist ve oyun kurucu bir konsepte sahiptir. Taklitçi değil, yaratıcıdır. Olasılıkçı ve bütünlükçü düşünce temelinde eylemlerini planlayıp örgütler ve hayata geçirir.
7- Demokratik toplumun ahlaki ve politik üslup ve tarzını, tevazu kültürünü esas alır. Emek ve iç yapının olgusuna yaklaşımı bir lokma bir hırka ahlakına bağlı olduğu kadar aynı ölçekte sorumluluk, ciddiyet ve bilgelik temelindedir. Yüzeysel sıradan ve sığ yaklaşımları nitelikleşmemenin ve olgunlaşmamanın özellikleri olarak belirler. Politik inşa faaliyetinde kadronun özelliklerine dair daha birçok olması gereken vasıf sıralanabilir. Ancak siyaset insanı olarak kadro, Kürt aklını yeniden kurma eyleminde rol ve sorumluluk sahibi olacaksa işe ne değişti ve ne değişmedi sorularını sorarak ve yanıtlarını bularak başlamak durumundadır.
Zira anlam ve anlamlandırma ihtiyacı insanı insan yapan en temel farklılıktır. Kendi kadro neyin değiştiğini ve neyin değişmediğini tam olarak anlamadan yapılması gerekeni belirleyemez ve başkasına anlatamaz. Dolayısıyla başkalarının bir anlam ilişkisi kurmasını da bekleyemez.
Anlam ihtiyacı gereğince karşılanmayan insan, toplum, eski düşünce ve duygu kalıplarıyla kendini tekrarlamaktan öteye gidemez. Eğitim ve örgütlenme yani sürekli bilinçlenme ve kendini yeniden biçimlendirme bu nedenle temel bir faaliyetin ve öyle olmak zorundadır. Evrende varlık kılan hem her element her madde nasıl ki onu var eden farklı birleşenlerden oluşuyor ve bununla bir örgütlük bildiriyorsa insanda bir amaç varlığı özgürlük için varlık olarak örgütler bir varoluşa sahiptir.
Bunun için insan anatomisini ve evrenin işleyişini incelemek yeterlidir. Politik kadro bu evrensel ve toplumsal işleyişin aktif bir üyesi olarak örgütlenen, örgütleyen ve örgütlendiren konumuyla zamanın ve mekanın her boyutuna etki etmek sorumluluğundadır. Önder Apo’nun belirttiği gibi kültürel geleneğe ihanet etmeden modern ideolojiyi yaratmak çok zordur.
İşte bugün yaptığımız ve boşandığımız bir Kürt ideolojisi geliştirmektir. Bu çalışmamız Kürtleri bir ideolojiye kavuşturma çalışması olarak anlam buluyor. İdeoloji ışık gibidir.
Hem aydınlatır hem ısıtır hem de hareket ettirir. Isı enerjisidir, mekanik enerjidir, ışık enerjisidir. Bu kadar değerlidir.
Kürt aklı demokratik modern ideolojisi somutunda tarihsel köklülüğünden de feyiz alarak çok boyutlu evrensel ve yereli birleştiren yeni bir anlam yaratmıştır. Anlamın kendisi enerjidir. Bu enerjiyi toplumsal yaşamın her alanına taşımak, onunla ısıtıp aydınlatmak ve harekete geçirmek politik alanın ve politik alan kadrosunun işidir.
Kürt varlığı ve zamanı Kürt aklı demokratik modernite ideolojisi ile yeniden ışımaya başlamıştır. Gerisi varlık ve zaman ilişkisi içerisinde kendimizi anlamlandırma düzeyimizi ve birbirimize ışık olma ışığı birbirimize taşıma arzu ve kabiliyetimize kalmıştır.
		
		Тези разкъсвания по отношение на кюрдското съществуване и време доведоха до фрагментация на кюрдския субект. Тази ситуация, наречена двоен проблем на потиснатите...
		
		

 
									 
					