Sürecin pratik olarak ilerlemesi ve silahlı çatışma halinin kalıcı olarak ortadan kaldırılması için gerekli olan Barış Yasası gibi düzenlemelerle Kürt meselesi gibi sorunların bir daha cereyan etmemesi için ihtiyacı duyulan demokratik bir sistem inşasının olmazsa olmazlarından olan anadili hakları, eşit yurttaşlık ve ayrımcılıkla mücadele gibi önerilerimizi, birbirleriyle ilişkili bir şekilde formüle etmeye özen gösterdik
Abdullah Öcalan, Meclis Komisyonu heyetiyle yaptığı görüşmede ‘İlk defa Kürt meselesini idam sehpasından masaya taşıdık’ demişti. Bu cümle, iki boyutta şöyle değerlendirilebilir. Birinci boyutu imha, tasfiye yaklaşımından uzaklaşarak diyalog-müzakere masasında buluşmaktır. Bu da siyasi muhataplık geliştirme; siyasal tanınma, tanımadır. İkinci boyutu ise inkardan kabule geçiştir
Ezgi Çadırcı Aziz Oruç
Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda dinleme aşamasının tamamlanmasının ardından partiler, çözüm sürecine ilişkin öneri ve değerlendirmelerini içeren raporlarını komisyona sunmaya devam ediyor. Bu kapsamda DEM Parti, 99 sayfalık kapsamlı raporunu Meclis Başkanlığı’na teslim ederek önemli bir adım attı. Rapor, Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik çözümü için “Barış Yasası” ve “Demokratik Entegrasyon” gibi öneriler öne çıktı.
Raporların yazılması, raporda yer alan temel başlıklar, tartışma yaracak konu başlıkları, AKP-MHP’nin tutumuna ilişkin DEM Parti İstanbul Milletvekili ve komisyon üyesi Cengiz Çiçek gazetemizin sorularını yanıtladı.
Komisyona sunduğunuz raporun çerçevesi nedir? İçeriğinde neler var? Somut olarak, önemli konu başlıkları sıralayabilir misiniz?
Raporumuzun, içeriğini kamuoyuyla paylaştığımız için “bunlar bunlar var” demekten ziyade rapora ruhunu veren, ona içerik kazandıran bakış açımızı ve yaklaşım tarzımızı dile getirmek daha faydalı olacaktır. Bunu dört temel ilkeyle özetleyebiliriz:
1. Kürt Meselesi ve demokrasinin ayrılmazlığı ilkesi
Komisyona sunduğumuz raporu, bir nevi üçüncü yol raporu olarak özetlemek mümkün. Neden böyle diyoruz? Dikkat edecek olursanız sürecin başından itibaren iki egemen yaklaşımla karşı karşıyayız.
Birincisi, iktidar politikalarının eleştirisini demokratikleşme ihtiyacı üzerinden yaparken bu demokratikleşme paketinin içerisine Kürt meselesini güçlü, cesur ve somut koymayan, ona yer vermeyen anlayıştır. Biz buna Kürtsüz demokrasi anlayışı diyoruz. Kürt meselesinin çözümüne dair köklü çözüm önerileri geliştirmekle bu sorunun yarattığı sonuçların bazılarının ortadan kaldırılmasını talep etmek aynı şey olmuyor maalesef. Örneğin sürecin ana gereksinimlerinden birisi olan geçiş dönemi yasası, barış yasasına dair hiçbir öneriniz olmadan ya da Kürtlerin anadilinde eğitim-öğrenim hakkının yasaların ve devletin güvencesine alınmasına dair somut öneriler geliştirmeden sadece kayyum rejimi ortadan kalksın demekle bu iş olmuyor. Çünkü kayyum rejimi Kürt halkının siyasal ve hukuksal olarak tanınmamasının bir sonucu. Sonucu ortadan kaldırmanız, doğal olarak sorunu ortadan kaldırmadığı gibi benzeri sonuçların kendisini yeniden üreteceği de tecrübeyle sabit.
İkincisi, Kürdü kardeşi olarak tarif etmesine rağmen, Kürt meselesini büyük oranda bir terör sorunu, güvenlik sorunu ya da tehdit olarak görmekte ısrar eden, bundan kurtulamayan anlayıştır. Suriye-Rojava’daki gelişmeleri, mevcut Barış ve Demokratik Toplum sürecine tamamen endeksleyen veya “silah bırakma süreci bitmeden yasal adımlara girilmeyecek” gibi yaklaşımlar söz konusu. Ya da “odadaki fil” olarak tarif edilen İsrail’in yarattığı tehdit düzeyi, sürece yaklaşımın temel belirleyeni olmaya devam ediyorsa doğal olarak Kürt meselesini yeni “güvenlik konseptine” hapsetmiş oluyorsunuz ki buradan demokrasi değil anti-demokrasi üretilecektir.
Özetle kendi raporumuzun ana omurgasını, Kürtsüz demokrasi ile Kürdü yeni güvenlik konseptine dahil eden anti-demokratik anlayışın eleştirisi ve bu anlayışlar karşısındaki yaklaşımlarımız, önerilerimiz üzerinden kurmaya çalıştık. Bir başka ifadeyle raporumuzu, Kürt meselesinin demokratik çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşme çabalarını birbirinden kopmaz bağlar olarak gören bir bütünlük içerisinde şekillendirmeye özen gösterdik.
2. Siyasi ve hukuki tanınırlık ilkesi
Kabul edersiniz ki Sayın Öcalan, yıllardır “Cumhuriyetin yüz yılı, inkar-isyan yüzyılıydı; ikinci yüz yıl, ne inkar-ne isyan yüzyılı olsun” şeklinde özetleyebileceğimiz bir yaklaşımın sahibidir. Bizler de Demokratik Cumhuriyet hedefini temel mücadele gerekçelerinden biri haline getirmiş bir siyasal gelenek olarak “ne inkar-ne isyan, nasıl mümkün hale gelir?” sorusunun cevabını, raporumuzda oluşturmaya çalıştık. Hatırlayacak olursak Sayın Öcalan, Meclis Komisyonu heyetiyle yaptığı görüşmede “İlk defa Kürt meselesini idam sehpasından masaya taşıdık” demişti. Bu cümle, iki boyutta şöyle değerlendirilebilir. Birinci boyutu imha, tasfiye yaklaşımından uzaklaşarak diyalog-müzakere masasında buluşmaktır. Bu da siyasi muhataplık geliştirme; siyasal tanınma, tanımadır. İkinci boyutu ise inkardan kabule geçiştir. Yani Cumhuriyet kurulurken kapının dışında tutulan Kürt halkının hukuk kapısından içeriye alınmasına, hukuki tanınmasına yaklaşılmış olunmasıdır. Özetle Sayın Öcalan’ın 27 Şubat deklarasyonunda ifade ettiği, “pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” cümlesinde yer bulan, “siyasi ve hukuki tanınırlığın” mümkünlüğünü, raporumuzda formüle etmeye çalıştık.
3. Negatif ve Pozitif Barış’ın Bütünselliği İlkesi
Raporumuzdaki bir başka temel yaklaşımımız ise negatif barışı sağlayacak olan sürece dair Hukuki Alt Yapı başlığıyla pozitif barış ya da barışın kalıcılaşması için gerekli olan Çözümün Hukuki İnşası başlığını bakışımlı olarak işlemekti. Sürecin pratik olarak ilerlemesi ve silahlı çatışma halinin kalıcı olarak ortadan kaldırılması için gerekli olan Barış Yasası gibi düzenlemelerle Kürt meselesi gibi sorunların bir daha cereyan etmemesi için ihtiyacı duyulan demokratik bir sistem inşasının olmazsa olmazlarından olan anadili hakları, eşit yurttaşlık ve ayrımcılıkla mücadele gibi önerilerimizi, birbirleriyle ilişkili bir şekilde formüle etmeye özen gösterdik. Daha sade bir ifadeyle ‘Barış ve Demokratik Toplum’un hukuksal-yasal örgüsünü kurmaya çalıştık. “Barış, demokratik toplumsuz; demokratik toplum, barışsız olmaz” yaklaşımını esas aldık. Buna negatif barış ve pozitif barışın bütünselliği ilkesi de diyebiliriz.
4. Demokratik Toplum Çağrısı İlkesi
Raporumuzda hak ve özgürlüklerin tırpanlandığı her alana dair titizlikle önerilerimizi sunmaya çabaladık. Ama bu alanlardaki sorunların çözümüne dair önerilerimizi sunarken, beklenti oklarımızı sadece iktidara- siyaset kurumuna değil; topluma ve onun örgütlü güçlerine de bilinçli olarak yönelttik. Bu kadar çok yasal düzenleme ya da yasa teklifi gerektiren başlıkların olması, o kadar toplumsal sorun alanlarımızın olduğunun da göstergesidir. O halde bu toplumsal sorunların çözümünü sadece iktidar bloğundan beklemek, bunun için çaba sahibi olmamak ya da mevcut çabaları büyütmemek, demokratik toplum hedefinin gerekliliklerine tezatlık oluşturur. Özetle raporumuzla gerçek-kalıcı barışın, toplumsal öznelerin kendi sorunları etrafında örgütlenmesi ve mücadelesiyle mümkün olacağını tekrardan hatırlatmak istedik. Özetle raporumuz, bir demokratik toplum çağrısı olarak da görülmelidir.
Diğer partilerin raporunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce yeterli mi?
Dışımızdaki partilerin raporlarını ulaşabildiğimiz oranda değerlendirdik, değerlendiriyoruz. Bu aşamada özellikle iktidar ortağı partilerin ve ana muhalefet partisinin raporlarını değerlendirmek isteriz.
AKP Raporuna dair;
Ayrıntılarına çok vakıf olmasak da elde edilen bilgiler ve basınla paylaşılan temel hususlar ışığında kimi çıkarımlar yapmak mümkün. AKP raporu her şeyden önce yasa teklif taslakları ya da gerekli olan yasal düzenlemeler tartışmalarına girmeyen, kendilerinin de ifade ettiği üzere siyasi tutum belgesi niteliğinde bir rapor düşündüğünü görüyoruz. Partilerin raporunda ilgili yasa teklif taslaklarının tüm ayrıntılarıyla yer bulmasını elbette beklemiyoruz. Ama politik tutumlarının, bakış açılarının bir sonucu olarak raporlarda kimi hukuksal-yasal ilkeler sütunlarının oluşturulmasını da önemli buluyoruz.
AKP’nin raporunda, PKK’nin silahlarını bıraktığının, devletin yetkili mercilerince kesin olarak ilan edilmediği sürece yasal bir düzenlemeye gidilmeyeceği belirtiliyor. Bu husus da ilkesel eşik olarak tanımlanıyor. Yine “Kandil bölgesindeki PKK mevcudiyetinin son bulması, Suriye’de benzeri herhangi bir yapının oluşturulmaması ve 10 Mart mutabakatına uyulması” gibi Meclisin yasa çalışmasına geçebilmesi için üç kritik eşik olduğu ifade ediliyor. Şimdi ifade edilen bu “ilkesel ve üç kritik eşik” doğruysa AKP, meseleyi Kürt meselesi olarak görmediğini, PKK meselesi olarak gördüğünü de itiraf etmiş demektir. Oysa PKK bir sonuç, Kürt meselesi ise bir nedendir. Buradan bakarsak herhangi bir ezberi bozmamış oluyoruz. Meclis Komisyonu dinlemelerinin bütününde öne çıkan ana odaklardan birisi, Kürt meselesini yaratan kök nedenlerin ortadan kaldırılmasına yönelikti. Bu yaklaşımıyla AKP, Meclis Komisyonundaki dinlemeleri de hesaba katmamış, onlara değer vermemiş gibi görünüyor.
Ortaya çıkan bu “eşik” yaklaşımı, iktidar partisinin meseleyi halen güvenlik, tehdit penceresinden ele aldığına işaret ediyor. 10 Mart Mutabakatına uyulması gibi eşik belirlemeleri ise İsrail’in yarattığı tehditleri boşa çıkarmanın, iktidarın ana motivasyonu olduğunu gösteriyor. Tüm bunlardan hareketle basına yansıyan bu bilgiler ışığında AKP’nin, siyasi tutum belgesi olarak nitelendirdiği raporu şayet belirtilen çerçevede ise, milli güvenlik belgesini andırır, ki bu da herkesin bekleyeceği son şeydir.
MHP raporuna dair;
MHP raporunda yer verilen sorunun tespiti ve tarihsel sürecin kritiği gibi başlıklarda ayrıştığımız konular fazlasıyla mevcut. “Kürtler, Cumhuriyetin kuruluş aşamasında hukuk kapısının dışında bırakılmadı, sorun terör sorunudur” gibi MHP raporunda yer alan belirlemelere katılmamız elbette mümkün değil. Lakin “ülkenin demokrasi standardının yükseltilmesi, hukuk devletinin tahkim edilmesi” gibi konulara vurgu yapılmasını da önemsemek gerek.
Yine MHP raporunda AKP’nin raporundan farklı olarak “Önerilerimiz” başlığı altında yasal düzenlemelere dair genel yaklaşımlarını ortaya koyduklarını görüyoruz. Özellikle “üç aşamalı özel düzenleme” başlığı altında “silahların tam olarak bırakılmasını” tıpkı AKP gibi kritik eşik olarak belirlemeleri dikkat çekiyor. “Özel düzenleme” olarak ifade edilen bölümde ise “teslim olma, siyasi faaliyet yasağı” gibi geleneksel ve daraltıcı yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Ancak bizim de Barış Yasası dediğimiz geçiş süreci yasasına dair, “hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ÖNERİLEBİLİR”, “yargılamanın durdurulması müessesesi kabul EDİLEBİLİR”, “düşme kararı verilmesi DÜŞÜNÜLEBİLİR” gibi konularda kullanılan dilin kesinlik arz etmemesi, olasılıklara ve önerilere açık olunduğunun mesajının verilmesi dikkat çekiyor. Yine AİHM kararlarının yerine getirilmesi gibi vurgular, pozitif vurgular olarak öne çıkıyor.
Son tahlilde MHP raporunda çok uzak düştüğümüz tahlil, tespit ve ele alışlar fazlasıyla olmakla birlikte, kimi somut konularda diyaloğa-müzakereye açık ifade biçimlerinin özenle seçilmiş olduğunu görmek, bir sorumluluk duygusunun ifadesi olarak görülebilir.
CHP raporuna dair;
CHP raporunda hak ve özgürlükler alanına dair atılması gereken siyasi ve hukuki adımlar oldukça net bir şekilde ifade edilmiş. Bu maddeleri ifade etmek elbette kıymetli ve bu önerileri demokratikleşme derdi olan her birey ve kolektif destekler. Ancak AKP raporunun tersine, CHP raporu, atılması gereken her adımı madde madde sıralamasına rağmen sürece dair siyasal pozisyonunu ve sürecin siyasal kompozisyonunu tariflemekten uzak düşmüş. AKP, kendisince bir siyasal metin oluşturmuş ve gerekli olan yasal düzenlemeler-tekliflerden itinayla kaçınmış; CHP ise son derece somut yasal-siyasal önermeler sunmuş ama bu önerileri bir siyasal bakışın içine yerleştirme konusunda tabiri caizse cimrilik yapmış.
CHP raporunda, genel bir “demokratikleşme paketi” sunulmuş olsa da Kürt meselesinin çözümüne ve negatif barışın sağlanması için ihtiyacı duyulan geçiş süreci yasasına dair somut önerilerin olmaması, “Kürtsüz demokrasi” tarifi olarak nitelendirilebilir. Hele hele söz konusu olan son yerel seçimlerde birinci parti çıkan ana muhalefet partisi ise Cumhuriyetin demokrasi standardının kalıcı bir şekilde düşmesinin en önemli nedenlerinden birisi olan Kürt meselesine dair daha somut, cesur sözler kurmasını, öneriler geliştirmesini ve inisiyatif almasını beklemek işin doğası gereğidir.
CHP, Meclis Komisyonunun İmralı ziyaretine dair çelişkili tutumunun benzerini hazırladığı raporda da yaşamış gibi. Nasıl ki iktidar blokunun “kapalılık oyununu” İmralı’ya giderek ve süreci şeffaf kılarak bozmaları gerekiyordu ise raporlarında da Kürt meselesinin demokratik çözümüne ve geçiş sürecinde gerekli olan yasaya dair öneriler yaparak sık sık dile getirdikleri “bu süreç iktidarın kendisini ayakta tutma projesidir” oyununu boşa düşürebilirlerdi. Ama bunu yapmamış görünüyorlar. Görünen o ki, CHP halen geleneksel kodlarıyla cesur bir şekilde yüzleşmekten uzak ve AKP karşıtlığının kendisini politik olarak ne düzeyde katılaştırdığından bihaber.
Komisyonun Meclis’e sunacağı rapor kısa sürede hazırlanır mı? Fikir ayrılığı olacağını düşündüğünüz konular neler? Bunlar komisyon raporunun yazılma sürecini etkiler mi?
Komisyonun Meclise sunacağı ortak rapor konusunda bakış açımızı daha önce paylaşmıştık. Bu ortak rapor, her şeyden önce Barış ve Demokratik Toplum sürecinde mesafe kat etmemizi sağlayacak olan siyasal ve hukuksal müşterekler oluşturmaya odaklanmalı. Her konuda aynı düşünmeyeceğimiz malum, ki düşünmeyelim de. Ancak çatışmasızlık ikliminin sağlanması için de bazı hususlarda ortaklaşabilmemiz de zorunlu. Mesele, bu anlamda raporun uzun ya da kısalığı değil; sürecin ihtiyacı olan netlikte, nitelikte ve sadelikte temel siyasi ve hukuki ilkeler sütunlarının belirlenmesidir. Hazırlanacak raporda gerekli olan yasal düzenlemelere dair teklif taslakları tüm ayrıntılarıyla yer bulmayabilir ki bunun da zorluklarının farkındayız. Ancak sonraki süreçlerde ilgili ihtisas komisyonlarının işini kolaylaştıracak tarifler, ilkesel yaklaşımları belirlemelidir. Özellikle bizim Barış Yasası dediğimiz geçiş süreci yasasının ilkelerinde ortaklaşacak, sorumluluk duygusu yüksek diyalog zeminleri kurmaya, ortak rapor yazım aşamasında fazlasıyla ihtiyacımız var. Her parti kendi raporlarını, bir başka değişle politika belgelerini hazırlamış bulundu. Şimdi sırada bu politika belgelerini ortak bir müzakere belgesine dönüştürmek var. Sürecin tarihselliğini hissetmek, bunun yüklediği sorumlulukları duyumsamak, bu ortak müzakere belgesini layıkıyla çıkartacak olan temel yaklaşımlardandır.
İmralı heyetinin MHP ve DEVA Partisi ili yaptığı görüşme sonrasında yapılan açıklamada ‘Barış Yasası’ vurgusu yapıldı. Nedir bu ‘Barış Yasası’?
Barış Yasasına dair temel yaklaşımımızı, raporumuzda belirttik. Şimdiden bu yasayı tüm ayrıntılarıyla ele almayı, açmayı yöntem olarak doğru bulmuyoruz. Önce ilkesel yaklaşımlarda ve yöntemde ortaklaşabilmek önemli. Barış Yasasını, silahlı çatışmanın sona erdirilmesine (negatif barışa) hizmet edecek bir yasa olarak değerlendirebiliriz. Çatışmasızlık zemininin inşa edilmesinde önemli bir adım olan, silahlı mücadele stratejisinin sonlanması kararının pratikleşmesi ve Kürt meselesinin hukuki ve siyasi zemine çekilmesinin başlıca yasası olarak da değerlendirilebilir.
Barış Yasasının bu aşamada belirli bir amaca özgülenmiş olması ilkesi ve bütünlüklü olma ilkesini öne çıkarıyoruz. Başkaca ilkesel yaklaşımlar üzerinde elbette tartışma başlıkları açmak mümkün. Ancak bu aşamada bu iki ilke üzerinden ele alınması önemlidir. Belirli bir amaca özgülenmiş olma ilkesi, yasanın silahlı çatışmanın sonlandırılmasını sağlayacak yetkinlikte ve kapsayıcılıkta olmasıdır. Bütünlüklü olma ilkesi ise silahlı mücadele stratejisine son vermiş örgüt-örgütler ve mensupları arasında “eyleme katılmış-katılmamış”, “üye-yönetici” gibi öznel ayrımlara gidilmemesidir. Neticede tüm çabamız, meselenin objektif olarak ele alınmasına hizmet etmektir. Barış Yasası gibi sürecin sonraki aşamalarını belirleyecek kritik önemdeki konuyu titizlikle ele almak ve yasanın asıl muhataplarına sunulmasını sağlamak da demokratik siyasetin kurucu görevlerindendir.

