Превантивни здравни грижи

Genç yazar adayları BirGün’e makale örnekleri atarlar, İbo, Berkant gibi usta yöneticiler doğrudan söyler: “Blog yazısı gibi bunlar”. Kendini merkeze alan, birinci tekil şahıslı cümleler kuran, milyonlarca benzerinden çok da farklı olmayan düşüncelerini keşif gibi aktaran, sıkıcı metinler... Bir “hatıra defteri”ne yazılıp, yüzyıl sonra okuyacak torunlarını beklese çok dert değil ama günlük bir gazetede kimse “blog yazısı” okumak istemez. Lakin ben de size bugün bir “blog yazısı” sunacağım. Kendimi merkeze aldığım için değil, tam aksine, bugünlerde herhalde sistemin en dışında, Plüton gibi bir şeyim. Neredeyse otuz yıldır anlatmaya çalıştığım, kitaplar yazdığım “radikal sevgi” ve “ diyalojik iletişim” konularını şu ara kimse umursamıyor. Umursamamak bir yana, böyle konular açmanın “grev kırıcı”lık, motivasyon bozuculuk olacağını düşünenler de çıkabilir. Koroların dışında tek bir heceme: “Hapisteki mağdur insanları mı eleştiriyorsun? İktidarın ekmeğine yağ mı sürüyorsun? Kapa çeneni.” diyenler çıkar. Bunu göze alıp devam etsem, “Zamanında söyleseydin.” diyenler olur. “Söyledim, defalarca söyledim, 1000 sayfa kitap yazdım” desem, en başa döneriz: “Bize ne senin ne söylediğinden? Geçmişe mazi derler.” “Ben söylemiştim” kalıbı, iki tür sorun içerir: Birincisi, işaret ettiğin yere değil işaret parmağına bakılan bir kültürde “ben” demek. Tüm kitaplarımda, “ben”i hep geri plana attım. Çünkü savunduğum fikir olan diyaloji, sözcüklerin kiralık olduğunu, tüm sözlerin zaten söylendiğini ve fani ömrümüzde ateşi taşımaktan başka görevimiz olmadığını savunur. Evet, “ben söylemiştim” ama benden önce de milyonlarca kişi söyledi ve hala sayısız insan söylüyor, karşıki dağları yaratmadım, belki o dağlarda bir çiçek bile ekmedim, sıradan bir sözcü olmam dışında konunun “ben”le ilgisi yok... İkincisi, az önce de yazdığım “geçmişe mazi” durumu. Bir şeyin söylenmiş olmasının bugüne faydası yoksa, anlamı da yoktur... Yıllardır savunduğum “radikal sevgi” düşüncesinin, bugüne veya yarına bir etkisi olabilir mi? Yoksa bu fasıl geçti mi artık? ∗∗∗ Kaygılar ve sorularla hiçbir şey üretmeyip, felç olmaktansa; belki bir tartışma doğar, buradan da daha güzel bir yerlere evriliriz umuduyla yazmaya karar verdim: Ben söylemiştim. 2010’ların ortasından itibaren, Kürt konusu hariç, Türkiye siyasetini yüz yıldır kilitleyen temel çelişkilerin dönüştürücü etkilerini yitirdiğini, yeni bir döneme girdiğimizi söylemiştim. DEM ve TİP’i ayırayım, mecliste temsili olan ana akım partilerin aralarında yapısal hiçbir fark kalmadığını söylemiştim. Bunun nedenlerini, “çarpık kentleşme”, “çarpık ülkeleşme”, büyük kentlere göç, göçmen dört neslin evrimi, metro, sosyal medya vb gibi onlarca başlık altında, yüzlerce sayfalık metinlerle anlatmıştım. CHP’nin 2010’larda olumlu anlamda dönüşümü, MHP ortaklığıyla AKP’nin “ana sözleşme” için tehdit niteliğini kaybetmesi ve dünyadaki baş döndürücü değişimin Türkiye’ye yansımaları dahil çok sayıda gerekçe saymıştım. Kitaplarımı okuyup övgüler yazan akademisyenler 700. sayfadaki sonuç önerilerini de okudular mı bilmiyorum ama 2019 baskılı kitaplarımda, hepsi dindar, hepsi laik, hepsi milliyetçi ve hepsi kapitalist olan AKP, MHP, CHP ve İyi Parti’nin birleşip, bir milli mutabakat hükümeti kurmasını ve el birliğiyle Kürt sorununu diyalogla ve insan onuruna yakışır bir şekilde çözülmesini ve ancak böylelikle temsili flulaşan en temel çelişki olan “ezen ezilen” ayrımı üzerinden sol siyaset yapılabileceğini de söylemiştim. ANAP’lı bir babanın, bir dönem ANAP üyesi müteahhit oğlunun, sosyolojik ve kültürel formuyla tipik bir AKP’li gibi duran İmamoğlu’nun CHP’den aday gösterilme nedeni de bu değişimi okumanın sonucuydu. Yani konu “şöyle bir aday koyalım da, oradan da oy alalım” özetinin çok ötesinde CHP’nin içselleştirdiği bir veri analizine dayalıydı. ∗∗∗ İmamoğlu (ve diğerleri) sadece oluşlarıyla değil, duruşlarıyla da 31 Mart 2019’a kadar, diyalojik iletişim ve radikal sevgi içindeydiler: Sokakla diyalog kurdular, ulusal siyaset yapmadılar, İmamoğlu Erdoğan’ı ziyaret ederek kampanyaya başladı. Yerel seçim özelinde Radikal Sevgi’nin üç temel kuralı vardı: Erdoğan’ı karşına alma, Onu sevenleri sev ve Twitter’dan çık. Belediye Başkanları’nın görevi de netti: Belediye Başkanı sadece belediyecilik yapar. 31 Mart’a kadar her şey “Radikal Sevgi Kitabı”na uygundu. Ama 1 Nisan 2019’dan itibaren, geçmişte de defalarca yaşadığım gibi, bu fikirler rafa kaldırıldı. Herkes kendi klanını kurup, kahramanlık destanları yazmaya girişti. Dünyanın ana akım medyası kitaplarımı okuyup röportaj yaparken, Türkiye medyasında bir kişi bile kitabımı okuyup benle konuşmadı. Beni Beyaz Saray’dan (orijinal Beyaz Saray) aradılar ve radikal sevgi fikrinin çocukluğumda yaşadığım hangi deneyimlerden kaynaklandığını sordular. Kitaplarımı satır satır çizip, bana Amerikalı veya Japon gazeteciler gibi tutarlı sorular soran az sayıdaki Türk’ün çoğu Erdoğan’ın danışmanlarıydı. Benle ilgili kısmı dert değil, çünkü tekrar edeyim de en bön insan bile doğru anlasın: Konu ben değilim. Konu sözcüsü olduğum ve uygulama fırsatı bulduğum her durumda başarı kazanın dönüştürücü bir fikrin 1 Nisan 2019’dan itibaren hafızalardan komple silinmesi. ∗∗∗ Seçmen İmamoğlu’na belediye başkanlığı okulunda bir deneme fırsatı sundu. Erdoğan’la arasında (sınıf değil, kültür değil) kuşak farkı olan bir adayı yedek kulübesine almak istedi. Temel çelişki temsillerinin flulaştığı post truth çağında bu büyük bir fırsattı ama kıymeti yeterince bilinmedi. İmamoğlu ve diğer başkanlar iyi birer belediye başkanı oldukları oranda 2024’de tekrar belediye başkanı olarak seçildiler. 2024 yerel seçim başarısı, 2019 yerel seçiminde kazanan adayların beş yıllık alın teri nedeniyle geldi. Ama bu durum da doğru analiz edilmedi. Oradan buraya ulaştık... Sadece bir taraf değil, iki taraf da hata yaptı. Herkes “temsilci” denilen fanilere odaklanırken, yine herkes bu temsilcilerin temsil ettiği ve adına Türk milleti dediğimiz milyonları bir bütün olarak anlamayı ve dinlemeyi yok saydı. Kalp krizi geçiren bir insana önce kurtarıcı tedavi yaparsın. CHP şu anda, büyük bir krizin ardından yapması gerekeni yapıyor olabilir ama bir de “önleyici sağlık” diye bir kavram var. Yani spor yaparsın, dengeli beslenirsin, vücudunu diri tutarsın ve kalp krizi geçirme ihtimalin azalır. Hâlâ bir şey yapılabilir mi? Daha da kötü krizler için, şimdiden önleyici sağlık tedbirleri alınabilir mi? Radikal Sevgi ve diyalojik iletişim hala bir çözüm alternatifi mi? Ve daha önemlisi, herkes için hayırlı bir çözüm var mı? Ben bu sorulara “evet” yanıtını veriyorum. Okuduğunuz metnin birçok sorular doğuracağının farkındayım. Bu sorulara yanıtlarım, basılı siyaset kitaplarımda yazılı zaten. Ama bugünün koşullarına göre, burada da yazmaya devam edeceğim. Uzun zamandır Türkiye’nin dört bir yanını gezip, soran herkese bildiklerimi anlatmaya çalışıyorum. Bir kurtuluş reçetesi var, hem de binlerce yıldır var. Yeter ki konuşalım.

Още от Политика

Виж всички