Първи ден на симпозиума "Как да си изкарваме прехраната в Турция": Цялата страна е бедна, с изключение на едно "буйно малцинство

Bilge Su YILDIRIM Ayrıntı Dergi ve Ayrıntı Yayın Grubu’nun 19-20 Nisan tarihlerinde düzenleyeceği “Türkiye’de Geçinmek” sempozyumunun ilk günü, İstanbul Maltepe’de bulunan Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. İlk gün “Sosyalliğin Yeniden Üretimi” ve “Toplumsal Cinsiyet, Aile Politikaları ve Yoksulluk” adlı iki oturumdan oluştu.  Birinci oturumda ilk sözü Başkent Üniversitesi Araştırma Görevlisi Berkay Kabalay aldı. Kabalay, “Yoksul Borçluluğun İki Yüzü ve Borçlandırmanın Yeniden Üretimi: Geçim ve Sömürü” adlı sunumunda neoliberal dünyada borçlanmanın bir iktidar ilişkisi olarak ortaya çıktığını kaydetti. Borcu tamamen reddeden bir direniş pratiği ortaya çıkmasa da ‘borçtan kaçınma ve idare etme pratikleri’nin oldukça yaygın olduğunu belirten Kabalay, bu yöntemleri de icra ve iflas gelmeyecek şekilde harcama yapma ve kartlar arası borcu döndürme şeklinde örnekledi. Kabalay, sözlerini “Borç, neoliberal dünyada eğer bir iktidar ilişkisiyse borca direniş de ahlaki bir mesele değil, toplumsal ve siyasal arkaplanını anlamamız gereken bir süreçtir” diyerek noktaladı. İŞÇİ SINIFI KENTTEN DIŞLANIYOR İkinci sunumu Akdeniz Üniversitesi Araştırma Görevlisi Cansu Tekin gerçekleştirildi. Tekin, “Neoliberal Kentin Sürgünleri: Gençler, Emekçiler ve Yaşlılar için Derinleşen Barınma Krizi” adlı sunumunda üç kuşağın, derinleşen ekonomik krizde barınma hakkından kademe kademe adeta feragat ettirildiklerini aktardı. Kentteki eski işçi yuvaları iktidar eliyle ‘varoşlaştırılırken’ ana akım medyanın da bu mahalleleri kriminalize ettiğini belirten Tekin, bu mahallelerin ‘hapishane ile kent arası bir koridor’ olarak görüldüğünü kaydetti. Barınmanın neoliberal dönüşümle temel bir insan hakkı olmaktan çıkıp konut üzerinden bir ‘yatırım aracı’na dönüştürüldüğünü söyleyen Tekin, üç ayrı jenerasyonun bu dönüşümden nasıl etkilendiğini şöyle özetledi: “Anadolu sermayesinin krizine ‘Her ile bir üniversite’ kampanyası yetişti. Sermaye birikimi krizi, öğrenciyi tüketici olarak gören bir yaklaşımla hareketlendirme çabasına girdiler. Öte yandan derinleşen ekonomik krizde, her üç üniversite mezunundan birinin işsiz olduğu bir ortamda, üniversite öğrencileri işçileşiyor, sonucunda da genelde hem işi hem okulu birlikte götüremediği için, bazen ise mezun olduğunda işsiz kalacağına inandığı için çektiği ‘külfete’ değmeyeceğine düşündüğünden eğitimden kopuyor, kopartılıyor. Emekçiler kira fiyatlarını bütçeleriyle karşılayamıyor. Kredi çekmeden bir konut sahibi olmak imkansız hale geldiği gibi, kredi piyasalarından da dışlanan en alt kesim mülksüzleştiriliyor. TOKİ projelerinin yalnızca yüzde 13’ü en yoksul kesime ayrılmış durumda. Barınma krizi işçi sınıfını kentten dışlıyor. Yaşlılar bir daire bile kiralayamadıklarından depoları, dükkanları kiralayıp 5 metrekarelik alanlarda yaşamaya çalışıyor. İPA verilerine göre bir emeklinin, bugün aldığı maaşıyla İstanbul’da 100 metrelik bir daire sahibi olabilmek için 38.3 yıl çalışması gerekiyor.” Tekin sözlerini şunları söyleyerek bitirdi: “Barınma hakkını yalnızca başımızı sokabileceğimiz bir dört duvar olarak ele almamamız lazım, barınma hakkı, esasında,  insanca bir yaşamı sağlayabilen, yeterli bir barınma olarak şekillenmeli. Mevcut durum işçi sınıfının içinde maddi bir çözülme yarattığı gibi sosyal ve psikolojik bir çözülmeye de yol açıyor. Yoksulluk kaderselleştiriliyor. Tam da bu noktada barınma hakkı bir ayrıcalık haline geliyor. Bu tabloda da barınma krizi yalnızca ekonomik bir problem değil, sosyal yurttaşlığın aşınması anlamına geliyor. Dolayısıyla karşısında verilecek mücadele de aynı zamanda politik bir mücadele.” ‘AÇIK CEZAEVİNDE GİBİYİM’ Oturumun son sunumunu “Sınıf Deneyimi Olarak Güvencesizlik: AVM İşçileri Örneği” başlığıyla Mersin Üniversitesi Araştırma Görevlisi Cüneyt Eren gerçekleştirdi. Eren, Mersin’de yaptığı saha çalışmasında konuştuğu AVM işçilerinin kendilerini ‘cezaevinde gibi hissettiklerini’ söylediklerini aktararak şunları ifade etti: “Biri AVM benim için cezaevi gibi derken diğeri de onun bıraktığı yerden ‘Para kazandığım bir hapishane’ diyor. Bir başka işçi ise şunları aktarıyor: ‘Açık hapishane gibi işte, günüm burada akşam da eve gidiyorum. Eve gidince de hiçbir şey yapamıyorum.” 1.5 MİLYON ÇOCUK EĞİTİMDE DEĞİL İkinci oturum, “Eğitim Çağındaki Çocuk Yoksulluğu ve Eğitimde Yoksunlaşma” başlığıyla BirGün Gazetesi Yazarı Feray Aytekin Aydoğan’ın gerçekleştirdiği sunumla açıldı. Aytekin, rejimin en büyük saldırısının eğitime yönelik olduğunu kaydederken AKP’nin eğitimde hedeflediği dönüşümün dinselleştirme, paralılaştırma ve sermayeye ucuz işgücü sağlama üzerinden şekillendiğini söyledi. Ekonomik krizin okul terklerinin ve eğitimden kopmaların Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar artmasına sebep olduğunu aktaran Aytekin, bu yılki resmi verilere göre 612 bin 814 çocuğun eğitimin dışında olduğunu ve bunun geçen yıla kıyasla yüzde 40 oranında artış anlamına geldiğini söyledi. Yoksullaşmanın sonucu olan bu okul terkleri; açık öğretimde olan, MESEM’lere kayıtlı ve geçici koruma altındaki çocukların sayılarıyla birleştirildiğinde 1 milyon 508 bine ulaştığını belirtti.  Aytekin, sözlerine şöyle devam etti: “14-17 yaş arasında eğitimden kopma yüzde 74,9 oranında. 15 yaşında her 20 çocuktan biri, 16 yaşında her 10 çocuktan biri, 17 yaşında ise her 7 çocuktan biri eğitimde değil. Üstelik eğitimden terk 8 yaşından itibaren var ve yine 8 yaşından itibaren oranda artış var. Tüm bu tablonun içinde ne çocuk yaşta işçiliğe ne de çocuk yaşta evlendirilmelere ilişkin veri var. Gerçek verilerin saklı olmasına rağmen resmi olarak açıklanan verilere göre dahi durum çok vahim. Deprem bölgesinde, Hatay’da yaklaşık 70 bin,  Malatya’da 30 bin ve Adıyaman’da yaklaşık 20 bin çocuk eğitimde değil, nerede bilmiyoruz. Bütün bunların içinde Bakanın teşviki MESEM’e, sermayeye ucuz işgücü sağlamaya oluyor.” YOKSULLUK SUÇA TEŞVİK EDİYOR Aytekin’in ardından Yazar ve İnsan Hakları Aktivisti Hacer Foggo, “Kadın ve Çocuk Yoksulluğu” adlı sunumunu gerçekleştirdi. Foggo, yoksulluğun şiddet doğurduğunu, suça teşviğin yükselmesine sebep olduğunu belirtti. Foggo, çocuk yoksulluğuna ilişkin birtakım veriler paylaştı. Bu verilerin birkaçı şunlar oldu: *Yeni giysi alamayan çocukların oranı: yüzde 11 *Yaşına uygun kitap alamayan, evde kitabı olmayan çocuk oranı: yüzde 16 *Evde ders ve ödev için uygun yeri olmayan çocuk oranı: yüzde 12 *Bisiklet gibi yaşa uygun araç ve oyuncak alamayan çocuk oranı: yüzde 16,5 KADINLAR İÇİN ‘BARINMANIN’ KAPSAMI DAHA GENİŞ Son oturumun son sunumunu Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yağmur Yıldırım gerçekleştirdi. Yıldırım, “Barınma Krizi ve Toplumsal Cinsiyet” adlı sunumunda, kadınların pandemiden savaşa her türlü toplumsal olay ve olguda en çok ve en ağır etkilenen kırılgan bir grup olduğuna dikkati çekti. İPA’nın verilerine göre İstanbul’da yaşam maliyetinin geçen yıla kadar yüzde 50 arttığını, İstanbulluların stres oranın ise 10 üzerinden 6.5 olduğunu ifade etti. Hâlihazırda ağır ve sert olan bu koşulların kadınlar üzerinde daha da sert tezahür ettiğini ifade eden Yıldırım, şunları söyledi: “Baktığımızda kadınların barınma sorunu yalnızca ekonomik saiklerden doğmuyor. Kadınların için barınma, sürekli olarak verilmesi gereken bir mücadele, çatışma ya da müzakere. Çünkü kadınlar barınabilmeyi, toplumsal baskıdan kaçabilmekle de eş tutuyorlar. Evlerinde ‘barınamamak’, o eve psikolojik olarak da sığamamayı, kendini ifade edememeyi, özgür hissedememeyi kapsıyor. Örneğin kadınlar borç, harç, kredi çekerek İstanbul’da Kadıköy’e, Beşiktaş’a, İzmir’de Karşıyaka’ya, başlarına yıkılıp yıkılmayacağı bile belli olmayan evlere çıkıyorlar. Çünkü ancak bu sosyal çevrede kendilerini güvende hissediyorlar, ‘barınabiliyorlar.’ En sade biçimiyle ifade etmek gerekirse bu kadınlar gece eve dönerken öldürülme korkusu yaşamamak, bu korkuyu bir nebze olsun daha az hissetmek için tüm bu borç kalemlerinin altına giriyorlar.”

Още от Политика

Виж всички