Когато моралът и съвестта, честта и благоприличието замлъкнат

Ahlak ve vicdanın sübuta vardığı; ar, edep ve hayânın sükûta erdiği bir zamanı yaşıyoruz nicedir. Bu hal öyle bir doğal hale varmış, öyle kanıksanır olmuş ki aslında çoğu zaman ne bundan söz eden, bundan şikayet eden oluyor ne de buna bir çözüm arayan, bu durumdan kurtulmaya dönük bir öneri sunan oluyor. Bazen ayyuka çıkan bir arsızlık, bazen görmezden gelinemeyecek, kanıksama sınırları içinde tutulamayacak bir vicdansızlık yaşanınca bir süreliğine dillendirilir olur gibi oluyor, sonra yine eski kanıksama, sıradanlaştırma iklimine geri dönülüyor. Şaşırma, hayrete düşme, garipseme, yadsıma artık neredeyse insanların lügatini terk edecek durumda. Bu durumun nedenini ve derinliğini anlamak için Hannah Arendt, “Totalitarizm tehlikesini günümüzde en çok, kitlelerin sessiz yığınlara dönüştürülebilmesinde, insanların her durumda kayıtsız kalabilen itaatkâr varlıklar haline getirilebilmesinde, terörün ve güvenlik kaygılarının hep canlı tutularak, bir güvensizlik çemberinde yaşamaya mahkûm edilişimizde görebilmekteyiz” der totaliter rejimlerle toplumsal çürüme arasındaki ilişkiye dikkat çekmek için. Totaliter rejimler toplumları, kitleye dönüştürürken bireyleri tek tipleştirerek sadece komutlarla hareket eden varlıklar haline dönüştürür. Kitleler sessiz yığınlara dönüştürülür, insanlar tüm durumlara kayıtsız hale gelir. Bir durum karşısında verdikleri tepki de kendilerine göre değil totalitarizmin ihtiyaçları doğrultusunda verdiği komuta göre gelişir. Tüm bu girişi aslında DEM Parti Milletvekili ve İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’in yaşadığı kalp krizi ve hastanede verdiği ölüm kalım mücadelesi etrafında sosyal medya, yazılı ve görsel basında sürdürülen ar ve edep, ahlak ve vicdandan azade tartışmaları anlatmaya zemin yapmak için yapmak zorunda kaldım. Ebette Sayın Önder, eleştirilerden azade değildir. Zaten yaşamı devasa eleştiri, saldırı, tehdit ve özgürlükten alıkonulma koşulları altında bugüne kadar gelmiştir. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, bilge ve kalender kişiliği, muzip ve nüktedan, bir o kadar nezaket dolu üslubuyla kendi karşıtlarının dahi hürmetine mazhar olmuştur. Daha önceki süreçlerin yanı sıra Sayın Öcalan’ın son barış çağrısının da elçiliğinin yükünü omuzlarına daha doğrusu kalbine bir sorumluluk olarak almış ve yaşadığı yoğun stres onu bir hastanede hayatta kalma mücadelesine sürüklemiştir. O bir insandır, barış insanı olmasından önce. Onu çok seven bir kızı var ve babasının direnmesi ve yeniden yaşama dönmesi için yüreği ağzında, soluk almaksızın dua etmektedir. Özellikle onu bazılarının dediği gibi bir dost olarak görmekten ziyade kendi içlerinden doğmuş bir hak savunucusu ve barış elçisi olarak gören Kürt halkının önemli bir bölümünün yüreği ağzında, duası dudağında bekleyişi sürmektedir. Kürt gençleri ölmesinin yanı sıra yine ve yeniden Türk gençleri de ölmesin diye hizmetine ömrünü adadığı barışın zerresi umurunda olmayan, Hannah Arendt’in de tarif ettiği gibi aklı, duygusu, vicdanı, ahlakı, ar ve edebi sürüleştirilmiş Türk milliyetçiliğinin bu durumla ilgili hezeyanları malumumuzdur. Sırrı Süreyya Önder etnik olarak Türkmen de olsa Barış Ünlü’nün tarif ettiği Türklük sözleşmesine imza atmadığı için bu azgın milliyetçiliğin her daim hedefidir. Hem de en az bir yüz yıldır dehşetengiz bir totalitarizmin toplum mühendisliğiyle geliştirilmiş bir çürümenin rahminde büyümüş bir sürü milliyetçiliğinin. Sevgili Sırrı Süreyya Önder sadece Türk milliyetçilerinin değil Kürt milliyetçilerinin de ne yazık ki azgın, hadsiz ve edepsiz saldırılarına maruz kalmaktadır. Sadece Türkmen etnik mensubiyeti nedeniyle MİT ajanlığından tutalım her türlü hakarete maruz bırakılmaktadır bu çevrelerce. Halbuki Kürtlerin milliyetçiliği ırkçılık içermez, Kürtlerin milliyetçiliği kendini başkasından üstün görmez, sadece etnik kimliğinden dolayı kimseyi sorumlu tutmaz, suç yüklemez. Kendine dostluk, yoldaşlık edenlere, hatta bir selamını esirgemeyenlere bile çok ciddi kadir kıymet biçer. Kendi nüktedan deyimiyle “Sahi Sırrı ne etti bu Kürtlere” . “Kürtlerin dili sussun” mu dedi? Kürt anasını görmesin mi dedi? Kürt halkı için, barış ikliminin inşası için bunca emek ve mücadelenin sahibine bunca edepsizce saldıranların, onu Kürtleri asimile etmekle görevli olduğunu iddia edenlerin, Kürtlerin dilini, kültürünü korumak isteyenlerin, siyasi özerkliğini ya da bağımsızlığını kurmak isteyenlerin elini mi tuttu? Kürtlerin haklarına mugayir tek bir sözünü, tek bir eylemini örnek göstersinler bakalım. Sırrı Süreyya Önder Kürdistanlı bir Türkmen devrimcidir. Ömrünün önemli ve verimli bir devrini de Kürtlerin haklarının savunulması ve barışın tesisi için harcamış bir siyasetçi ve sanatçıdır. Kürt Özgürlük Hareketi de Kürt halkının kahır ekseriyeti de bunu böyle görmektedir.

Още от Политика

Виж всички