Asıl çarpıcı olan, bir yandan milyarlarca doları savaş uçaklarına, savunma sistemlerine harcayan, diğer yandan ise Bayraktar gibi ‘yerli’ imalatçılarını memleketin en zenginleri yapan Türkiye’nin hiçbir dış ülkeyle savaşmıyor olması
M. Ender Öndeş
Geçtiğimiz ay yapılan Trump-Erdoğan görüşmesi öncesinde konuşan ve “Erdoğan’a meşruiyet verme” sözleriyle bir dizi tartışmanın fitilini ateşleyen ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack, aslında o gün çok önemli başka şeyler de söylemişti. O konuşmada F-16’lara da dikkat çeken Barrack, F-35’ler için şu cümlelerle yeşil ışık yakmıştı: “Türkiye bizim en büyük müttefikimiz. Dünyadaki en büyük F-16 alıcısı. Bu da Lockheed’i ayakta tutuyor.”
Gerçekten de Barrack haksız değildi. Türkiye Lockheed’in en iyi müşterisi. Hem de 70 yıldır süren bir alışveriş ilişkisi bu.
Sadık müşteri
Şirketin kendi internet sitesinde de söyleniyor bu: “Lockheed Martin uçakları, helikopterleri ve güvenlik çözümleri 70 yılı aşkın süredir Türkiye’nin silahlı kuvvetlerini güçlendiriyor. Türkiye’nin NATO’daki en büyük ikinci F-16 filosu, 21. Yüzyıl Güvenlik savaş alanının temel taşlarından biridir. Türkiye, 1980’lerin başından bu yana F-16 programında kilit bir operatördür, şu anda 230’dan fazla F-16’dan oluşan bir filoya sahiptir ve ABD Hava Kuvvetleri’nden sonra ikinci sırada yer almaktadır. Bu ortaklığa olan bağlılığımızı göstererek, Türkiye’nin gelişen savunma ihtiyaçlarına her zaman öncelik verdik.”
Kirli bir süreç
Ancak bütün 70 yıl, Lockheed’in şirket tarihinin en fırtınalı yıllarıydı. Silah işinin, bizzat kendi kirliliği bir yana, dünya piyasasında öne geçmek için yapılan hamleler de genel olarak ‘kirli’ oluyor ve Lockheed de, bu yıllarda pek temiz durumda değil. Hatta her şey daha önceden, 1950’lerin sonundan başlıyor ve 1980’lere kadar uzanan süreçte ABD havacılık şirketi Lockheed yetkililerinin verdiği rüşvetler birbiri ardına patlıyor, Batı Almanya, İtalya, Hollanda ve Japonya’da siyaset dünyası alt üst oluyordu.
Almanya: Şaibeli aklanma
Almanya’da patlayan skandalda, eski Lockheed lobicisi Ernest Hauser, Senato soruşturmacılarına Batı Almanya Savunma Bakanı Franz Josef Strauss ve partisinin 1961 yılında 900 adet F-104G Starfighter satın almak için en az 10 milyon dolar aldığını söyledi. Önce konu kapatıldı ama Eylül 1976’daki federal seçimlerde ortaya atılan belgelere göre, Alman Federal Meclisi ve Savunma Konseyi üyesi Manfred Wörner, Lockheed’in ABD’deki uçak fabrikalarını ziyaret etme davetini kabul etmiş ve seyahatin tamamı Lockheed tarafından karşılanmıştı. Sonuçta Wörner aklandı ama şaibe yine de ortada kaldı.
İtalya: İstifa zinciri
Lockheed skandalının İtalyan kolu, Hristiyan Demokrat ve Sosyalist politikacıların İtalyan Hava Kuvvetleri’nin C-130 Hercules nakliye uçaklarını satın almasını desteklemek için rüşvet vermesini içeriyordu. Rüşvet iddiaları siyasi dergi L’Espresso tarafından desteklendi, eski bakanlar Luigi Gui ve Mario Tanassi, eski Başbakan Mariano Rumor ve Cumhurbaşkanı Giovanni Leone’yi hedef aldı ve Leone’nin 15 Haziran 1978’de istifa etmesine neden oldu.
Japonya: Mafya da var
Skandal, Marubeni Şirketi’ni ve Maliye Bakanı Eisaku Satō ve JASDF Genelkurmay Başkanı Minoru Genda da dahil olmak üzere Japon siyaset, iş ve yeraltı çevrelerinden birkaç üst düzey üyeyi içeriyordu. 1957’de Japon Hava Öz Savunma Kuvvetleri, Lockheed’in Liberal Demokrat Parti’nin kilit isimlerine yönelik yoğun lobi faaliyetleriyle, F-104’ün alımını benimsemişti.
Daha sonra Lockheed, Japon yarı devlet havayollarını ikna etmek için yeraltı dünyasının ünlü ismi Yoshio Kodama’yı danışman olarak işe aldı. 6 Şubat 1976’da Lockheed’in başkan yardımcısı, Senato alt komitesine Lockheed’in bu konuda yardım için Japonya Başbakanı Kakuei Tanaka’nın ofisine yaklaşık 3 milyon dolar rüşvet ödediğini söyledi. Para, Başbakan Tanaka, mafya şefi Kodama arasında paylaşılmıştı
Hollanda: Prensin ince işleri
Aralık 1975’te, Hollanda Prensi Bernhard’ın 1960’ların başında Lockheed’den, Lockheed F-104’ün Dassault Mirage 5’e karşı satın alma sözleşmesinde galip gelmesini sağlamak için 1,1 milyon dolar rüşvet aldığı ortaya çıktı. Başbakan Joop den Uyl, olayla ilgili bir soruşturma emri verirken, Prens Bernhard gazetecilerin sorularını yanıtlamayı reddetti. Kraliçe Juliana, Bernhard hakkında dava açılması halinde tahttan çekilme tehdidi savurunca anayasal bir krize yol açtı. Bernhard kurtuldu, ancak çeşitli kamu görevlerinden istifa etmek zorunda kaldı ve bir daha askeri üniforma giymesi yasaklandı.
Suudi Arabistan: Tanıdık bir isim
Lockheed, 1970-1975 yılları arasında Suudi silah tüccarı Adnan Kaşıkçı’ya komisyon olarak 106 milyon dolar ödedi. Komisyonları yüzde 2,5’ten başlayıp zamanla yüzde 15’e kadar çıktı. Lockheed’in o dönemki uluslararası pazarlama başkan yardımcısı Max Helzel’e göre, Kaşıkçı “pratikte Lockheed’in bir pazarlama kolu haline geldi. Adnan sadece bir giriş sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda strateji, sürekli tavsiye ve analiz de sağlıyordu.”
Skandallar büyüyünce
İşler iyice karışınca, Lockheed Yönetim Kurulu Başkanı Daniel Haughton ve Başkan Yardımcısı ve Başkanı Carl Kotchian, 13 Şubat 1976’da görevlerinden istifa ettiler. Lockheed yöneticileri, birçok ülkede üst düzey isimlere on yıldan fazla süre milyonlarca dolar rüşvet verdiklerini itiraf etti. Skandal ayrıca, Başkan Jimmy Carter’ın 19 Aralık 1977’de yasalaştırdığı Yabancı Yolsuzluk Uygulamaları Yasası’nın oluşturulmasında da rol oynadı. Bu yasa, Amerikalı kişilerin ve kuruluşların yabancı hükümet yetkililerine rüşvet vermesini yasaklıyordu. Ancak, bu tümüyle boş bir yasaydı. Lockheed 12 Eylül darbecilerine rüşvet dağıtırken de hiç etkisi olmamıştı.
Darbecilerin işleri
12 Eylül döneminin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, İstanbul’da 90 yaşında yaşamını yitirdiğinde hakkındaki Lockheed soru işaretleri yanıtlanmamıştı.
Ama ondan öncesi de vardı. Sürecin bir ucu 1974’lere gidiyor. 9 Temmuz 2015 tarihinde T24’te yayınlanan bir dosya haber bu konuda çok ciddi iddiaları içeriyordu. Habere göre, 1976’da, Lockheed-Martin’in yeminli denetçisi, ABD Senatosu’na verdiği ifadede, şirketin uçak satabilmek için Hollanda, Japonya, İtalya ve Türkiye’de askeri yetkililere 1971-1975 yılları arasında toplam 24 milyon dolar rüşvet verdiğini söylediğinde hem TBMM, hem de Genelkurmay Başkanlığı, iddiaları araştırmak için birer komisyon kurmak zorunda kalmıştı.
Demirel örtbas ediyor
Soruşturmada, Aeritalia’nın Eylül 1975’te deprem felaketine uğrayan Lice’de bir okul yaptırması için dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya’ya 30 bin dolar verdiği ortaya çıkması büyük yankı uyandırdı. Alpkaya, ‘konudan Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın haberi vardı” dedi ancak Sancar bunu reddetti. Sonuçta, komisyonun raporu üzerine, Lockheed’in Türkiye Temsilcisi Altay Kolektif Şirketi’nin sahibi Nezih Dural, rüşvet suçundan tutuklandı. Emin Alpkaya istifaya zorlandı. Ancak, açılan dava, jet hızıyla yürütüldü ve 30 Nisan’da Alpkaya’nın beraatı ile sonuçlandı. Sancar kararı temyiz ettiyse de, Askeri Yargıtay beraat kararını onayladı.
Nihayet, Lockheed Skandalı’yla ilgili soruşturmalar, Başbakan Demirel tarafından şu sözlerle kapatıldı: “Bence Lockheed bir muammadır. Üzerinde çok uğraşılmış, bir şey çıkarılamamıştır. Kişi suçu ispatlanmadıkça suçsuzdur, ispatlarlarsa ben de üstüne varırım. Biz üstümüze düşeni yaptık. Çok iyi yaptık…”
Turpun büyüğü!
Ancak Lockheed’le ilgili en büyük skandal, 12 Eylül darbesinden sonra yaşandı. Bu kez odak noktasında cunta heyeti üyesi olan Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya vardı.
Türkiye’ye satılan F-16 uçaklarının asıl üreticisi olan Lockheed General Dynamics’in dönemin Başkan Yardımcısı Takis Veliotis, 1981’te sonuçlanan ihalenin ardından 1985 yılında ihale için Türkiye’ye 23 milyon dolar rüşvet verdiklerini itiraf etti, ancak rüşvetin kime verildiğini açıklamadı. Böylece ortaya ilginç bir durum çıkmıştı. Ortada bir rüşvet vardı ama veren konuşmuyor, alan da susuyordu. Bu dönemde Ankara’da herkesin üzerinde ittifak ettiği görüş bu kişinin Tahsin Şahinkaya olduğu yönündeydi. “Dünyanın en zengin generallerinden biri” olarak anılan Şahinkaya için SHP Milletvekili Cüneyt Canver, konuyu Meclis’e taşıdı. Şahinkaya malvarlığını açıkladı ama elinden çıkardığı mallarını bildirim dışı tuttuğu anlaşıldı. Sonunda ANAP milletvekilleri imdadına yetişti, onların oylarıyla aklandı. Şahinkaya da katıldığı bir TV programında, “Rüşvet iddiaları şerefsizlerin işi” diyerek gürledi.
Çöpe atılan mektup
Ancak, dönemin Washington Büyükelçilik Müsteşarı Yalım Eralp, pek öyle düşünmüyordu. Yıllar sonra 16 Eylül 2010’da Posta gazetesine konuşan Eralp Amerikalıların Kongre’de verdiği bilgileri anlatırken, “Öyle bir tarif yapılıyordu ki, zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya sonucu çıkıyordu” diyecekti. Eralp, o günlerde Devlet Başkanı Kenan Evren’e çift mühürlü ve şifreli bir mektupla bütün detayları anlattığını belirtiyor ve şöyle diyordu: “Mektup 3 gün sonra Ankara’dan gelen kuryeye teslim edildi. Ancak, Sayın Evren mektubu buruşturup çöpe atmış, yani hiç ciddiye almamış.”
Reha Muhtar Atina’dan…
Asıl önemli halka ise Veliotis’ti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Veliotis’i zorlamakta da hiç istekli değildi. Ama bu arada, Veliotis’in o zamanlar Yunanistan’da çalışan bir gazeteci olan Reha Muhtar’a konuştuğu ve “Şahinkaya’ya 23 milyon dolar rüşvet verdiklerini açıkladığı” ortaya çıktı. 1995 yılında İnterstar televizyonunda yayınlanan ‘Ateş Hattı’ programında bu görüşmenin yer aldığı ve programın o bölümünün de bu nedenle engellendiği anlaşıldı.
Muhtar, yıllar sonra, 2010’da Gazete Vatan’da yazdığı bir yazıda o günleri anlatırken, şunları diyordu: “Rüşvet iddialarını içeren belgeleri ve dosyayı hazırlarken, Kenan Evren’i de arayıp, bütün iddiaları sormuş ve geniş cevaplar almıştım… Kenan Evren bu iddiaların Hava Kuvvetleri çevrelerinin üzerinde o dönemde yoğunlaştığını kabul ediyor, araştırma yaptırdığını söylüyordu. F-16 rüşvet iddialarıyla ilgili, içinde Kenan Evren’in de konuşmalarının bulunduğu 20 dakikalık bir bant hazırladım. Promoları dönmeye başladım. Ancak promolar, bir anda yayından kesildi. Bir süre sonra telefon geldi, “Programdan o bandı çıkartın” dediler. 12 Eylül bir kez daha ‘kendisine dokunulamayacağını’ bana göstermişti. Pılımı pırtımı topladım televizyondan ayrıldım.”
Neden bu kadar gayret?
Açıkça söylemek gerekirse, bizzat kendisi iğrenç ve kanlı bir iş olan silah ve savaş uçağı satışları o kadar yüksek kâr oranlarına sahiptir ki, şirketler satışlar için belli miktarda rüşvetleri her zaman ‘olağan harcama’ sayarlar; dünya silah ticaretinin kurtlar sofrasında yerel yöneticilerin gönlünü hoş etmek işin kuralıdır.
Burada asıl çarpıcı olan, rüşvet işlerinin ötesinde, yıllardır bir yandan milyarlarca doları savaş uçaklarına, savunma sistemlerine harcayan ve bunun için Beyaz Saray kapılarını aşındıran, diğer yandan ise Bayraktar grubu gibi ‘yerli’ silah imalatçılarını memleketin en zenginleri listesine yükselten Türkiye’nin bütün bu süreç boyunca hiçbir dış ülkeyle savaşmıyor olması. Bu durumda, böylesine yüksek bir militarist harcamanın tek bir ciddi sebebinden söz edilebilir herhalde: İç savaş…
Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve savaşın tırmanış dönemlerinin aynı zamanda milyarların silaha harcandığı dönemler olması bu açıdan hiç şaşırtıcı değil.
O yüzden haberin başlığındaki sorunun yanıtı açık: Niye sevmesin?
F-16 kaç ekmek ediyor?
Tek bir F-16 Blok 70/72’nin etiket fiyatının 63 milyon dolar olduğu hesaplanıyor. Lockheed açıklamasında 230 uçaktan söz edildiğine göre, Türkiye’nin toplamda bu uçaklara 15 milyar dolara yakın para ödediği anlaşılıyor. Ki bu, toplam savunma harcamaları içinde yine de küçük bir rakam. SIPRI raporuna göre, Türkiye’nin askeri harcamaları son 10 yılda yüzde 110 artış göstermiş durumda ve bu artış 2024 yılında 25 milyar dolar. 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinde ise savunma harcamaları için 913,9 milyar lira, iç güvenlik için 694,5 milyar lira ödenek öngörülmüştü. Savunma Sanayii Destekleme Fonu için ayrılan kaynak da dahil edildiğinde toplamda savunma ve güvenlik sektörü için 2025 yılında 1 trilyon 608 milyar liraya ulaşmıştı.
Поразително е, че, от една страна, харчим милиарди долари за изтребители и отбранителни системи, а от друга, имаме "местни" производители като Bayraktar в най-сериозния град в страната.

