Kayıhan Pala – Prof. Dr., CHP Bursa Milletvekili
Bilindiği gibi, 2003 yılında AKP tarafından “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adıyla yürürlüğe konan neoliberal sağlık reformlarının propagandası “Yaygın, erişimi kolay sağlık hizmet sistemi” iddiasıyla yapılmıştı. Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) uygulamaya konduğu ilk on yılda sağlık hizmetlerinde eşitlik ve sağlık hizmetlerine erişim açısından başarısız bir sınav vermiş, yirmi yılın ardından ise Program çökmüştür. Türkiye’de sınıflar arasında sağlık eşitsizlikleri derinleşmiş, nitelikli sağlık hizmetlerine erişim ise giderek zorlaşmıştır.
Nitelikli bir sağlık sisteminin en önemli özelliklerinden birisi, yurttaşların sağlık hizmetlerine kolayca erişebilmesidir. Sağlık hizmetlerine erişimin dört temel bileşeni bulunmaktadır:
1. Sağlık hizmeti sunan kuruluşların yaşanılan yerin yakınında bulunması (Coğrafi erişilebilirlik),
2. Sağlık kuruluşunda yeterli sayı ve nitelikte sağlık emek gücü bulunması; uygun bina, donanım, ilaç ve tıbbi malzemenin sağlanması (Hizmetin elde edilebilirliği, sağlık hizmeti gereksiniminin beklemeye gerek kalmaksızın zamanında sunulabilmesi),
3. Sağlık hizmetinden yararlanma sırasında ekonomik herhangi bir engelin bulunmaması (Hizmetin ücretsiz sunulması, hizmetten yararlanabilmeye güç yetmesi ya da gücü yetmeyenler için hizmetin ücretsiz sağlanması) ve
4. Sağlık hizmetinin hizmetten yararlananlar tarafından kabul edilmesi (Sağlık hizmetinin hizmetten yararlananların beklentilerini karşılaması).
İyi işleyen nitelikli bir sağlık sisteminin bu dört bileşendeki engelleri bütünüyle ortadan kaldırması beklenir. Ancak SDP bu bileşenleri dikkate almamış hem örgütlenme hem finansman hem de sağlık emek gücü açısından yetersiz kalmıştır. Öyle ki özellikle ikinci ve üçüncü basamak kamu hastanelerinde bazı branşlarda randevu bulunamaz olmuş, buna bağlı olarak bir yandan acil olmayan hastaların başvurusu sonucunda acil servislerde büyük bir yığılma yaşanırken, diğer yandan da kanser tanısı konan hastaların ameliyatları için bile altı aydan uzun süreye randevu verilmeye başlanmıştır.
Sağlık Bakanı’nın açıklamasına göre 2023 yılında acil servislere 150 milyon 523 bin 406 başvuru (100 kişi başına yılda 177 başvuru) gerçekleşmiştir. OECD ülkelerinde ise acil servislere başvuru sayısı 2021’de yılda 100 kişi başına ortalama 27’dir. Türkiye’de acil servislere başvuru sayısı OECD ülkeleri ortalamasının 6 katından fazladır!
Acil servisler yaşamın sürdürülmesine ilişkin kritik bir hizmet sunarken, (gereksiz) yüksek kullanım, özellikle de birçok hasta birinci basamak başta olmak üzere daha iyi yönetilebilecek acil olmayan durumlar için acil servislere gidiyorsa, sağlık hizmetlerinin uygunsuz ve verimsiz olduğunun bir göstergesidir.
AKP’nin sağlık alanında yükseltmekle propaganda yaptığı “memnuniyet” de büyük ölçüde azalmıştır. Nitelikli sağlık hizmetinin elde edilebilirliğinden memnun olan nüfusun oranı, 2022 yılında, 53’tür. Aynı oran Almanya’da %85, Fransa’da %71 ve Birleşik Krallık’ta %67’dir.
AKP’nin sağlık politikası temel olarak sağlık alanının ticarileştirilmesine odaklanmıştır. SDP ile sağlık alanının bir sermaye birikimi ve kâr maksimizasyonu alanı olarak ticarileştirilmesi, sağlığı hak olmaktan çıkarmış, ticareti yapılan bir meta biçimine dönüştürmüştür.
AKP döneminde özel sektöre büyük bir alan açılmış ve mülkiyet devri dışındaki taşeronlaştırma, hizmet alımı ve kamu-özel işbirliği içerisinde yap-kirala-devret gibi modeller de içinde olmak üzere sağlıkta özelleştirme bu dönemin temel belirleyicilerinden biri olmuştur.
Günümüzde ülkemizde “Şehir hastaneleri” olarak adlandırılan kamu-özel işbirliği girişimleri “kamu” adını kullanarak küresel sermayeye yeni ve büyük bir kaynak aktarmanın aracıdır. AKP Hükümet(ler)i tarafından “başarıyla” uygulanan neoliberal sağlık reformları sonucunda, sağlık alanı büyük ölçüde küresel sermayeye terk edilmiş, sağlık hizmetlerine erişimin önündeki engelleri kaldırmak için kullanılması gereken kamusal kaynaklar ne yazık ki şirketlere aktarılmıştır. Sağlık alanında kaynak aktarımının en vahşi biçimde yapıldığı ve dünyaya ahbap-çavuş kapitalizminin en çarpıcı örneklerinden biri olarak gösterilebilecek uygulama ise şehir hastaneleridir.
Şehir Hastaneleri Sağlık Bakanlığı bütçesini rehin almış durumdadır. 2025 yılında şehir hastanelerine ayrılan bütçe 67 milyar 181 milyon 365 bin TL “Kullanım Bedeli” ve 37 milyar 420 milyon 717 bin TL “Hizmet Bedeli” olmak üzere toplam olarak 104,6 milyar TL’dir. Bu tutar Sağlık Bakanlığı bütçesinin %10,3’üdür. Şehir hastanelerinin günlük maliyeti ise 286 milyon TL’dir.
Ayrıca, Sayıştay raporları şehir hastanelerinin işletilmesiyle ilgili çok sayıda usulsüzlük, fazla ödeme, gereksiz ödeme, hatalı muhasebeleştirme, ihale dokümanı ve projelerde öngörülenden daha fazla alanın ticari alan olarak kullanılması gibi sorunu her yıl ortaya koymaktadır.
Sağlık Bakanlığı bütçesinin 10,3’ü 18 adet şehir hastanesine aktarılırken; bütçenin geri kalanı 933 devlet hastanesine, 973 Toplum Sağlığı Merkezine, 28 binin üzerinde Aile Hekimliği Birimine, 3 bin 420 Acil Yardım İstasyonuna ve 855 bin 343 sağlık personelinin özlük haklarına ayrılmıştır. Bu büyük bir haksızlıktır.
Anımsanacağı gibi, geçen yıl bütçe sunuşu sırasında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca şehir hastanelerine 25 yılda “322 milyar Euro” ödeme yapılacağının hesaplandığını ve bu tutarı azaltmak için bazı çabalar içerisine girdiklerini açıklamıştı. Şehir hastanelerinin kamuya maliyeti çok yüksektir ve bu yüksek maliyet eğer bu hastanelerin kamunun üzerinde yük olmasına ilişkin herhangi bir müdahale olmazsa, 2045 yılına kadar sürebilecektir.
Avrupa Komisyonu uzmanları şehir hastanesi modelinin (Kamu-özel işbirliği) geleneksel olarak kamu tarafından finanse edilen ve yönetilen sağlık hizmeti sunumlarıyla karşılaştırıldığında maliyet etkin olduğuna dair bilimsel kanıtlar bulunamadığını raporlarında açıklamıştır.
Bilimsel çalışmalar, sağlık sistemlerinin kamu tarafından finanse edilmesi ve sağlık hizmeti sunumunun kamu tarafından sağlanması gerektiğini açık olarak ortaya koymaktadır. Sağlık hizmetlerinin piyasaya terk edilmesi hastalar için vasatın altında bir sağlık bakımı ile sağlık alanında eşitsizlik ve sömürü olasılığını artırmaktadır.
Sağlık hakkının, temel insan haklarından biri olarak sağlanabilmesi için kamunun etkili bir biçimde her basamakta sağlık hizmeti sunması ve gücü yetmemek, hizmete erişememek gibi hiçbir engele takılmaksızın yurttaşların tümünün sağlık gereksinimlerini karşılanması dışında bir seçenek yoktur. Bu seçenek ancak kamucu, eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli bir sağlık sistemi ile olanaklıdır.
23 yılda sistem nasıl çökertildi: Saray iktidarı sağlığa zararlı
Dr. Osman Öztürk: İktidar Özel Sektör İçin Kamusal Sağlığı Çökertiyor